ÇAĞATAY TÜRKÇESİ
Müşterek Orta-Asya Türkçesi'ni takip eden Kuzey-Doğu Türkçesi'nin
meydana getirdiği edebiyat, geniş mânâda Çağatay Türk Edebiyatını
meydana getirmektedir. Dîvân ü Lügâti’t-Türk ve Kutadgu Bilig gibi büyük
eserlerin ortaya çıkışından sonra Kaşgar Türkçesi, edebî kudretini
göstermiş oluyordu. Hakâniye diye anılan bu Türk şivesi, sadece bu
eserlerle kalmamış, teşekkül eden yeni kültür merkezlerinde birçok eserler vücuda getirmiştir.
Gerçekte Kutadgu Bilig’le başlayan bu devre, ortaya çıkan kültür
merkezlerine göre üçe ayrılırsa da onları Müşterek Orta Asya Türkçesi
eserleri olarak zikretmek gerekir. Dil bakımından bu bölgeler Kaşgar
şîvesindeyseler de arada bazı ayrılıklar görülmektedir.
Müşterek Orta Asya Türkçesi'nin doğu kolu olan Kaşgar veya Hâkâniye
(Karahanlı) şivesi, gerçekte Doğu Türkçesi'ni meydana getirmiştir. Bu
şîveyle yazılan eserlerin başında 12. asır mahsullerinden sayılan Edib
Ahmed Yüknekî’nin yazdığı Atabetü’l-Hakâyık gelmektedir. Dilin gelişmesi
ele alınınca, az da olsa Kutadgu Bilig’den ayrıldığı görülen bu eser,
daha çok bir nasihatnâmedir. Edib Ahmed Yüknekî ise devrinde itibarlı
bir şâirdir. Eserinde, Kutadgu Bilig’e nazaran daha fazla Arapça ve
Farsça kelimelere yer vermiştir.
Asıl 12. yüzyıl Kaşgar
Türkçesi edebiyatının en büyük temsilcisi Yesili Ahmed’dir. Ahmed Yesevî
(ölm. 1166), ruhu okşayan çekici hikmetleriyle tanınmıştır. Timur Han,
bu büyük Türk tarikat şeyhi ve şâirinin türbesini yaptırmıştır. Pekçok
lakapla anılan Ahmed Yesevî gerçekte bir mektep kurmuş ve bu mektep,
talebeleri tarafından devam ettirilmiştir. Hakîm Süleyman Ata (ölm.
1186) önde gelen talebelerinden olup, Bakırgan’da irşad faaliyetlerinde
bulunmuştur. (Yesevî’nin Dîvân-ı Hikmet adlı eseri, Kültür Bakanlığı
tarafından neşredilmiştir.)
Miftâhü’l-Adl adlı fıkıh kitabıysa
bu dönemde ayrı bir önem taşımaktadır. On dördüncü yüzyıla kadar bu
sahada görülen eserlerden Oğuz Kağan Destanı ve 14. yüzyılın başında
Rabguzî’nin yazdığı Kısasü’l-Enbiyâ’nın önemini belirtmek gerekir.
Müşterek Orta Asya şîvesi sadece doğuda varlığını sürdürmemiştir. Bu
şîvenin batı ağzı bilhassa Batı Türkistan’da yeni ve canlı bir
edebiyatın doğmasına sebep olmuştur. Harezm ve Sirderya (Seyhun)
Irmağının güneyindeki yerler; Yedisu, Merv, Buhara gibi şehirler
bölgenin kültür merkezi hâline gelmiştir. Burada Türklüğün Kaşgar,
Kıpçak ve Oğuz şîveleri karışık olarak yaşadığından, yazılan eserlere de
bu durum aksetmiştir. Bölgenin en önde gelen eseri Alioğlu Mahmud’un
yazdığı Nehcü’l-Ferâdis’tir. Eser daha çok hadisler ve açıklamalarıyla
siyer-i Nebî cinsindendir. Fakat İslâmiyet'e âit geniş bilgileri ihtiva
etmesi, her çeşit halk tabakası için yazıldığını göstermektedir. Harezm
şîvesi dalını en iyi şekilde aksettiren eserin edebî yönü ayrı bir değer
taşımaktadır.
Şeyh Şerif Hoca tarafından yazılan Muînü’l-Mürîd
de şîve itibariyle Nehcü’l-Ferâdis’e yakındır. Türkmenler arasında
üstün tutulan eser, 14. yüzyıla âittir. Hazermî’nin Muhabbetnâme’si de
aynı asrın eserleri arasına girmektedir. Zemahşerî’nin
Mukaddimetü’l-Edeb’i ise bu yüzyılda Dîvân ü Lügâti’t-Türk’ü hatırlatır
mâhiyettedir.
Dil bakımından yine aynı şîveye dahil olan, fakat
nerede yazıldığı belli olmayan eserler de mevcuttur. Bunların başında
12. yüzyılda Ali’nin yazdığı Kıssa-i Yusuf gelmektedir. Eser, Kıpçak
Türkçesi unsurlarını da taşımaktadır. Kutb’un Hüsrev ü Şirin’i Kıpçak
Türkçesi unsurlarını ihtiva etmesi bakımından Kıssa-i Yûsuf’a yakındır.
Böyle olmakla birlikte Altınordu sahasında yazılan bu eser Oğuz-Kıpçak
Türkçesi ürünüdür. Hüsrev ü Şirin, 1341 yılında Harezm bölgesinde Kutub
mahlâsını kullanan bir Türk şâiri tarafından Türkçe'ye çevrilmiştir.
Eser ayrıca Nizâmî’nin aynı isimdeki eserinin Türk Edebiyatındaki ilk
tercümesidir. Yer yer Kur’ân-ı kerîmden alınan sûrelerin bulunduğu eser,
İran Edebiyatının tesiri altındadır.
Bölgenin diğer bir eseri
Revnaku’l-İslâm’dır. Eserde o devir Türklük hayatına bir hayli yer
verilmiştir. Yalnız Şeyh Şeref’in yazdığı bu eser, daha ziyade Türkmen
ağzı ile yazılmış ve pek fazla rağbet görmüştür.
On dördüncü
asırda Kıpçak ili dil yadigârları da, edebî yönden zikre değer
eserlerdir. Bunların başında Kırım veya Kefe’de yazıldığı tahmin edilen
Codex Cumanicus gelir. Eser, Lâtin harfleriyle yazılmıştır. İki kısımdan
meydana gelen eserin İtalyan bölümünü lügat, Alman bölümünü ise çeşitli
dinî metinler meydana getirmektedir. Eserin Kıpçak Türkçesi'ni öğrenmiş
misyoner rahipler tarafından yazıldığı tahmin edilmektedir.
Kuzeyde yazılan bu eserin yanında Kıpçak Türkçesi'yle güneyde, Mısır’da
bilhassa gramer ve lügatçiliği ilgilendiren bir hayli eser vücuda
getirilmiştir. Fakat edebî yönden bunlardan ayrılan yegâne eser, 1391
yılında tamamlanan Seyf-i Serâyî’nin Gülistan Tercümesi’dir.
Müşterek Orta Asya Türkçesi'nin bütün edebî faaliyetleri, Kuzey-Doğu
Türkçesi dil yadigârları içinde yer aldığı için, geniş manâsıyla Çağatay
Türk Edebiyatının birinci ve ikinci devresini meydana getirirler. Dar
manâsıyla Çağatay Edebiyatı, Timur ve Timurlular devrinde meydana
getirilen edebî mahsuller için kullanılmıştır. Timur ve şehzadelerinin
sarayında, Türkçe konuşulurdu. Bu devre ait ilk eser, Ulu Tav'daki (Ulu
Dağ) 1391 tarihli Timur Hanın Uygur harfleriyle yazdırdığı 11 satırlık
bir kitâbedir.
Timurlular devrinin ilk şâiri Mîr Haydar
Harezmî’dir. Timur Hanın torunlarından İskender Mirza’nın (1409-1414)
şâiri olan Mîr Haydar Harezmî, Mahzenü’l-Esrâr mesnevîsini onun adına
yazmıştır. Eserin mevzuunu Nizamî’den almıştır. Tek nüshası Biritish
Museum’da bulunan eser, 1858’de Kazan’da basılmıştır.
Bu devrin
güçlü şâirlerinden olan Yusuf Emirî, Baysungur Mirza’nın (ölm. 1435)
himayesinde bulunmuştur. Bu şâirin Dîvân’ından başka Dehnâme’si ve Çagır
ve Bang münazarası vardır. Eserdeki nesirlere bakılırsa Yusuf Emirî’nin
kuvvetli bir nâsir olduğunu söylemek mümkündür. Herat’ın sanat ve
edebiyat muhitinde yaşayan bu şâirin Dîvân’ı, İstanbul Üniversitesi
Kütüphanesinde bulunmaktadır. Çagır ve Bang eseriyle münazara türünün
kuvvetli şâiri olduğunu ispat etmiştir.
On beşinci asrın ilk
yarısında Çağatay Edebiyatında, Atâyî görülür. Ahmed Yesevî’nin kardeşi
İsmâil Ata’nın evlâdından olduğunu, Ali Şîr Nevâî haber vermektedir. Bu
soydan olmasından dolayı, Atâyî mahlâsını kullanmış ve Yesevî tarîkatı
şeyhlerinden, Mansur Ata, Zengi Ata, Süleyman Hakîm Ata gibi
mutasavvıflara karşı büyük alâka duymuştur.
Yine bu asrın
şâirlerinden olan, Uluğ Bey devrinde kemalini bulan Sekkakî, Çağatay
Edebiyatında mühim bir yer tutmaktadır. Timur Hanın ölümünü müteakip
hükümdar olan Halil Sultan (1405-1410) adına bir kaside sunan
Sekkâkî’nin 1467 yılına varmadan öldüğü tahmin edilmektedir.
Şâir Lutfî’ye gelince 1366 yılında doğmuştur. Bu devrin büyük
şâirlerindendir. Şöhreti ve Türkçe şiirleri Irak’a kadar yayılmıştır.
İskender Mirza adına Gül ü Nevrûz mesnevîsini yazmıştır. 1465 yılında 99
yaşında Herat’ta vefât etmiştir. Bir bakıma Ali Şîr Nevâî’ye üstadlık
etmiştir. Dîvân’ı vardır.
Timur Hanın torunu Mîranşah’ın oğlu
olan Seyyid Ahmed Mirza da bu asrın şâirlerindendir. Dîvân’ının olduğu
söylenirse de ele geçmemiştir. Sağlam tabiatlı ve temiz zihinli bir
kimse olan Seyyid Ahmed Mirza’nın gazelleri ve kaside şeklinde şiirleri
oldukça meşhurdur. Perişan hâlinden bahseden ve Şahruh’u medheden
Taaşşuk-nâmesi’nin nüshası, British Museum’da bulunmaktadır.
Bu
yüzyılın bir diğer şâiri, Gedâî’dir. Ebü’l-Kâsım Bâbür’ün saray
şâirlerindendir. Ebü’l-Kâsım Bâbür, kendisi de şâirdir. Yakînî’ye
gelince Ok ve Yay münazarası ile dikkati çeker. Yine münazara türü
üzerine eser yazan şâirlerden birisi, hayatı hakkında bilgi bulunmayan
Ahmedî’dir. Ayrıca bu devrin mesnevî yazarlarından olan Durbig, Yûsuf
ile Zelîha adlı eserini yazmıştır.
On beşinci yüzyılda Klasik
Çağatay Edebiyatı devrinin kökleştiği görülmektedir. Bu devir Çağatay
Edebiyatının en yüksek devreye ulaştığı bir devirdir. Millî ruh ve
şuurun ortaya çıkması, Türkçe'ye ehemmiyetin verilmesi bu devre rastlar.
Ali Şîr Nevâî, Muhakemetü’l-Lügâteyn’i bu açıdan ele alarak yazar.
Sultan Hüseyin Baykara da bu devrin şâiriydi. O da Türk dilini müdâfaa
etmiş hatta bir de ferman çıkarmıştır. Hüseynî mahlâsı ile şiirler yazan
Hüseyin Baykara’nın Dîvân’ı vardır.
Ali Şîr Nevâî’nin eserleri
bir hayli fazladır. Bunların başında dört dîvânını içine alan
Hazâinü’l-Meânî adlı eseri gelmektedir. Ali Şîr Nevâî, yazdığı dîvânlara
göre hayatı dörde ayırmış ve her biri için bir isim vermiştir.
Dîvânları; Garâibü’s-Sıgar, Nevâdirü’ş-Şebâb, Bedâyiü’l-Vasat,
Fevâidü’l-Kiber adını taşımaktadır. Dîvânlarından başka
Mecâlisü’n-Nefâis, Nesayimü’l-Mahabbe, Muhakemetü’l-Lügâteyn ve Hamse’si
vardır. Hamsesi; Hayretü’l-Ebrâr, Ferhâd u Şîrîn, Leylâ vü Mecnun,
Seba-i Seyyâre, Sedd-i İskenderî ve Lisânü’t-Tayr adlı mesnevîlerinden
meydana gelmektedir. Mîzânü’l-Evzân ise edebî bilgileri ihtiva eden
diğer bir eseridir. O, Mecâlisü’n Nefâis adlı tezkeresiyle Türk
Edebiyatında tezkere yazan ilk şâirdir.
On altıncı yüzyılda
Çağatay Edebiyatının mümessili, Zahirüddîn Muhammed Bâbür Şah'tır
(1483-1530). O Çağatay Türkçesi'nin Nevâî’den sonra gelen en mühim
simâsı ve edîbidir. Eserlerinde kuvvetli bir Nevâî tesiri görülür.
Dîvân’ının yanında Aruz Risâlesi, Mübeyyen adını taşıyan ve Hanefî
fıkhına âit olan bir mesnevîsi vardır. Hâce Ubeydullahı Ahrâr’ın
eserinden Türkçe manzum tercümeleri ihtivâ eden Risâle-i Vâlidiyye’si
varsa da, asıl onu şöhretli kılan devrinin en mühim seyahat ve hâtırat
kitabı olan ve kendi ismini taşıyan Bâbürnâme’sidir. Bâbür Şah bu
eserinde 1494 yılından başlayarak 1529’a kadar geçen vakaları yıl yıl
anlatmıştır. Onun için bu esere Vekâyi-i Bâbür de denmektedir. Eser,
büyük Türk bilgini Reşit Rahmeti Arat tarafından neşredilmiştir.
On yedinci yüzyılda Çağatay Türk Edebiyatı, artık yükseliş devrini
tamamlamıştır. Ancak bu asrın zikre değer şahsiyeti Yadigar Hanın
torunlarından olan Ebü’l-Gazî Bahadır Han'dır. Bir Özbek hanı olan
Bahadır Han (1603-1666) 1642 yılında Hive Hanlığı'nı elde ederek, 21 yıl
saltanat sürmüştür. Eserlerini millî bir şuurla yazmış ve“Türk” lâfzına
eserlerinin adında yer vermiştir. Belli başlı eserleri Şecere-i
Terâkime ve Şecere-i Türkî adını taşır. Şecere-i Terâkime’de,
Oğuznâmeler karşılaştırılmış ve Türklerle ilgili Türkmen boyları
arasındaki menkıbelere yer verilmiştir. Şecere-i Türk’te ise, Bahadır
Han, 15. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak kendi asrına kadar gelen
ve Harezm’de iktidarı elinde tutan han âilelerinin şeceresini yazmıştır.
Fakat ömrü vefa etmemiş ve son 16 yapraklık kısmını, oğlu Enûşe Han
yazmıştır.
Asrın Çağatay Türk Edebiyatında yer alan diğer bir
siması şâir Allahyâr’dır. Daha çok tekke mensupları arasında iltifat
gören Allahyâr (ölm. 1713) bir Nakşibendîdir. Türkçe'den başka Farsça
ile de yazmıştır. Özbek Türkçesi ile yazdığı Sebâtü’l-Âcizîn adlı
manzumesi, en meşhurlarındandır.
On sekizinci yüzyılda Özbek
Türk Edebiyatı, eski asırlara nispetle sönmeye yüz tutmuştur. Olanlar
halkın hafızasında kalmış ve meydana çıkan şifâhî edebiyat, nisyana
karışmıştır. Bununla birlikte Halk Edebiyatı dalında Ferhâdnâme, Cümcüme
Sultan Destanı ve Tahir ile Zühre gibi eserler, ortada bulunan
eserlerdir. Ayrıca destanî bir eser olan Satuk Buğra Han Tezkiresi’ni de
burada zikretmek yerinde olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder