21 Nisan 2013 Pazar

TARİHÇİLİK NAMUSDUR EY MURAT BARDAKÇI.NAMUSLU OL GERÇEĞİ YAZ VE SÖYLE
Enver Paşa maalesef birçok insanımız tarafından yanlış tanınmakta ve cansiperane Türklük ve Türkçülük için verdiği savaş unutulmaktadır. Onu Alman hayranı da yapan vardır, yanlış işler yaptığını söyleyende. Ama bunları iddia edenleri çoğu gerçekleri gizlemekte ve halkımızı yanlış bilgilendirmektedir. 1996 yılında naaşı Tacikistan’dan Türkiye’ye getirilerek Hürriyet-i Edebiye tepesine devlet töreni ile toprağa verilen bu büyük Türk’ü tanıtmak ve doğru anlaşılmasını sağlamak boynumuza borçtur.
1922 yılının Mart ayı içinde Enver Paşa’ya mektup yazan ve kendisine “Siz Türksünüz ve ülkeniz düşman işgali altında. Askeri gücünüzü orada kullanırsanız, sizin için daha iyi olur” şeklinde laflar eden Buhara’daki komünist liderlerden Alimcan Akçurin’e vermiş olduğu cevap;

“Türkiye’yi kurtarabilecek nitelikte olan birçok arkadaşım var. Bundan kuşku duymayın. Orada arkadaşlarımız bütün güçleri ile mücadele ediyorlar. Bu ülke de benim anavatanımın bir parçasıdır. Buradaki hemşehrilerimin damarlarında dolaşan kan ile benim kanım aynı kandır. Bu ülke Rusların değil, sadece Türklerindir. Nasıl buradan insanlar Türkiye’yi kurtarmak için gitmişlerse, ben de burada düşmanlara karşı savaşmak için bulunmaktayım. Türkler nerede olurlarsa olsunlar hür ve bağımsız olmalıdırlar”.

Enver Paşa’nın “Türkiye’yi kurtaracak nitelikte olan bir çok arkadaşım var” dediği arkadaşları, şüphesiz başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere Kuvayı Milliye’nin subay kadrosudur. Bu düşüncedeki bir insanın, Mustafa Kemal’e karşı mücadele içinde bulunması ve bu maksatla Rusların oyuncağı olması elbette düşünülemez. Nitekim Enver Paşa, Rusların kendi şahsiyetini istismar etmeye başladıklarını anlayınca onlara karşı Türkistan halkının yanında olmuş ve onlarla omuz omuza savaşarak şehit düşmüştür.
Bir gün, Baysun vilayetinden kendisine katılan üç gençten biri elinde tuttuğu gazetedeki bir yazıyı gösterir: “Bütün dünya işçileri birleşiniz!” Enver Paşa birden sinirlenir; ama hemen gülümsemeye başlar ve şunları söyler: “Hayır oğlum; bu bir hayaldir. Sen kafanda daima, bütün dünya Türklerinin birleşmesini yaşat!”

(Kösoğlu, Nevzat, Şehit Enver Paşa, Ötüken Yayınları, s. 562)

***
Sarıkamış Harekatı, Rus işgali altındaki Kars, Sarıkamış ve Ardahan’ı kurtarmak; baharda başlayacak Rus taarruzunu engellemek ve Kafkaslar ile Orta Asya’daki Türk illerinin kapısını aralamak amacıyla başlatılmıştır.

(Sarıkamış Harekatı, İbrahim Tenekeci, Milli Gazete)

***
Enver Paşa, I. Cihan Harbi kazanıldıktan sonra sıranın Türkiye’ye geleceğini biliyordu. Bu sebeple Almanların verdiği silahların bir kısmını cephelere göndermeyip, Anadolu’da gizli silah depolarına göndermiştir. Nitekim bu silahlar daha sonra Kurtuluş Savaşı’nda kullanıldı. (791 bin Tüfek, 4 bin makineli tüfek ve 945 top)

(Edward J. Ericson, Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Ordusu, s.278)

***
Enver Paşa 28 Eylül 1921’de Batum’dan ayrılır. Gizlice Tiflis üzerinden Bakü’ye gider. Buradan da Türkmenistan’a ulaşır. Bolşeviklerin, milliyet farkı tanımadıkları iddialarının boş bir aldatmaca olduğunu anlayarak, Müslümanların aç, çıplak ve perişan halini gören Enver Paşa, gizlice Aşkabad’a gider. Burada kısa süre duraklamalarla 18 Ekim 1921’de Buhara’ya geçer. Bu durum hemen duyulur ve halk içinde büyük heyecan yaratır. Paşa, burada “Yaşasın Turan, Yaşasın İslam, Yaşasın Enver Paşa” sedalarıyla karşılanır.

8 Kasım 1921 Cuma günü, Osmanlı subayları ile Buhara’dan ayrılarak Türkistan Milli mücadelesini yürüten Korbaşılar’a katılır. Kısa süre sonra da “Buhara, Hive ve Türkistan’ı istila eden Ruslardan temizlemek üzere Ruslara savaş ilan ederek, bütün Müslüman kuvvetlerinin komutasını üzerine alır.”

(Kösoğlu, Nevzat, Şehit Enver Paşa, Ötüken Yayınları, s.546)

***
''Enver Paşa, davasını zaman ve mekanlar üzerinde tutan bir neslin son bayraktarlarındandır. Paşa, işte bu son neslin hayalleri ve idealleriyle yetişmiş binbaşılığa terfi edildiğinde henüz yaşı yirmi beştir. 1907 yılında Rum, Bulgar, Sırp çetecilere karşı eşkıya takibi yapmakla görevlendirilir. “Enver Bey bir yandan çetelerle vuruşurken bir yandan da imparatorluğun kurtuluşu için düşünmektedir.''

(Kösoğlu, Nevzat, Şehit Enver Paşa, Ötüken Yayınları)

***
Enver Paşa, Moskova’da bulunan Halil Paşa’ya yazdığı 05.11.1920 tarihli mektubunda milli Mücadele hakkındaki niyetini şöyle açıklar:

“Sovyet erkânı ile temaslarının sıkı olduğunu bilirim. Benim tarafından kendilerine şu teklifi yap: Azerbaycan- Dağıstan, Başkurdistan- Kazakistan- Türkmenistan ve Türkistan gibi Türklük bölgelerinden seçilmek suretiyle bir süvari ordusu bulunduğu halde, bu ordu ile Anadolu’ya geçmek ve Yunanlıların hiç beklemedikleri bir zamanda, herhangi bir yanlarından vurarak sonuca gitmenin, Milli Mücadele cephesine son derece takviye olacağını, Yunan ordusunun paniğe kapılarak denize dökülmesinin işten bile olmayacağını izah et.”

(Kut, Halil, İttihat ve Terakki’den Cumhuriyete Bitmeyen Savaş, s.272)

***
''Türkiye'de onun hakkında ne düşünülürse düşünülsün, Enver Paşa her Türkistanlı tarafından saygıyla anılır. Türkistanlılar onu çok sevmiş ve saymışlardır. Enver Paşa yabancı bir ülkede değil kendi anavatanında kardeş vatanda, Türkler ve Türklük için ölmüştür.

Enver Paşa 42 yıllık hayatının 10 ayını Türkistan'da, Türkistan'ın gelecekte bağımsızlığa kavuşması inancı ile, özgürlük mücadelelerinin birliğini sağlama çabası ile ve hiç yorulma bilmeyen savaş azmi ile yaşamıştır.''

(Dr. Baymirza Hayit, Basmacılar-Türkistan Milli Mücadele Tarihi, s.223-224, TDV. Yayınları, Ankara, 1997)

***
Türkistan’ın önde gelen komünistlerinden Alimcan Akçurin, Enver Paşa’ya bir mektup yazarak “Siz Türksünüz ve ülkeniz düşman işgali altındadır. Askeri gücünüzü oraya yoğunlaştırırsanız daha iyi olur.” Şeklindeki öğüdüne Enver Paşa şu şekilde cevap verir:

“Türkiye’yi kurtarabilecek niteliklere sahip çok arkadaşım var; bundan hiç şüpheniz olmasın. Orada arkadaşlarımız bütün imkânlarını seferber ederek mücadele ediyorlar. Bu ülke benim anavatanımın bir parçasıdır. Buradaki hemşerilerimin damarlarında akan kan ilen benim kanım aynıdır. Bu ülke Rusların değil sadece Türklerindir. İnsanlar nasıl buradan Türkiye’yi kurtarmak için gitmişlerse, ben de burada düşmanlara karşı mücadele etmek için bulunuyorum. Türkler her nerede olurlarsa olsunlar hür ve bağımsız olmalıdırlar.”

(Dr. Baymirza Hayit, Basmacılar-Türkistan Milli Mücadele Tarihi, TDV. Yayınları, Ankara, 1997 s.204 - Tekin Erer, Enver Paşa’nın Türkistan Kurtuluş Savaşı, s.103 - Nevzat Kösoğlu, Şehit Enver Paşa, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2008, s.550)

***
Abdullah Recep Baysun şöyle yazar: “Paşa’nın karargâhına yaklaşıyoruz; sevinç ve heyecan birbirine karıştı. Atlarımızın üzerinde uçuyoruz... Takdim töreni ifadelendiremeyeceğim kadar heyecanlı oldu. Senelerden beni ismini işittiğimiz Enver Paşa’nın yanındayız. Gözlerimiz gözlerinde. Dalgalanan ay yıldızlı bayrakların altında güneş gibi parlıyor. Milyonlarca insanın ümidi, bu güneşin nuruyla var olacak... Başında Türkistan’ın meşhur karakul derisinden kahverengi kalpağı, hâki renkteki elbisesi, açık renk çizmesi içinde o kadar dinç ve sevimli idi ki... Paşa’nın mütevazı konuşmaları arasında büyük bir kahramanlık seziliyordu. Mektuplarından da anlaşılan cesaret, kahramanlık niteliklerini tahayyülümüzden çok yüksek buluyorduk... Paşa yalnız cesaret ve karamanlığıyla değil, özel yaşayışıyla da herkesin hayranlığını kazanıyordu. Gece çok geç yattığı halde güneş doğmadan kalkar, namazını kılar, senelerden beri yanında taşıdığı Kur’ân’ını sessiz ve uzun uzun okurdu...”

(Nevzat Kösoğlu, Şehit Enver Paşa, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2008, s.561)

***
Enver Paşa (Duşanbe) hükümet konağının balkonunda konuşurken, konağın bayrak direğinde Türk Bayrağı dalgalanmaktadır. Paşa bu bayrağı yanından hiç ayırmazdı. Birkaç defa, “ben şehit olursam, bu bayrağa sararak gömünüz” demişti.

(Nevzat Kösoğlu, Şehit Enver Paşa, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2008, s. 579)

***
''Şehid-i Muhterem Enver Paşa Hazretleri’nin pek mukaddes ve yüce bir maksat peşinde, Buhara’nın Belh-i Cenan vilayetinde 4 Ağustos 1922 senesi Kurban Bayramı’nın ikinci günü öğle vaktinde karib bir zamanda Turan İhtilal Ordusu Türkistan Cephesi Komutanı sıfatı ile kahramane ve merdane bir surette rütbe-i şahadete nail olur.''

(Enver Paşa’nın şahadeti üzerine hazırlanan ölüm tutanağından)

***
Mücahitlerden Mustafa Şahkulu şöyle anlatır: “Kurban bayramının ikinci günü idi. 5 Ağustos 1922 cumartesi günü... Paşa’nın şehadetine inanmayanlar geliyorlar, naşın üstüne örttüğümüz ve onun hayatında bir an yanından ayırmadığı Türk bayrağını kaldırıyorlar, müsterih ve mütebessim ebedî uykusuna dalmış bu aziz ölünün elini, ayağını öpüyorlar, ‘Muy mübarek, muy mübarek!’ feryatlarıyla afakı inletiyorlardı. Birçok ihtiyarlar yalvararak Paşa’nın sakalından bir kıl istiyorlar; onu en değerli çevrelerine sararak kalplerinin üstüne koyuyorlardı. Hülasa bir kıyamet koptu ki, tasviri mümkün değildir...”

(Nevzat Kösoğlu, Şehit Enver Paşa, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2008, s. 587)

***
Şehâdeti üzerine Abdullah Baysun diyor ki; “Ümit güneşimiz sönmüş, karanlıklar içinde kalmıştık. Yer gök ağlıyor... Kaybolan sade insan değil, milyonlarca Türk’ün ümidi, istiklâli, zaferi, tarihi idi... Onu gözyaşlarıyla yıkadık; üzerine bayrak örterek, çevresine nöbetçiler diktik”

(Nevzat Kösoğlu, Şehit Enver Paşa, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2008. s. 587)

***
Mustafa Şahkulu’nun kaldığı yerden Zeki Velidi Togan devam ediyor; “Asgari otuz bin kişi toplanmıştı; Belcivan boşalmış gibiydi, herkes Çeğen’e gelmişti. Ahali ağlıyor, hafızların tekbir sesleri, yüksek sesle Kur’an-ı Kerim tilaveti, halkın feryatlarına karışıyordu. Bu kadar ölü gördüm; hiç birisi Enver Paşa’nın ebedî uykusu gibi müsterih ve huzurlu değildi. Sanırdınız ki; neredeyse gözlerini açacak ve size gülümseyecek...”

(Nevzat Kösoğlu, Şehit Enver Paşa, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2008, s. 587)

***
Bolşevikler girdikleri yerlerde katliamlar yaparlar. Bu durum Enver Paşa’yı çok etkiler. Karargâhının yakınındaki Teberbulak köyündeki katliamı görünce, “Bir millet ancak bu kadar alçak, bir rejim ancak bu kadar kâfir ve şerefsiz olabilir.” demekten kendini alamaz.

(Nevzat Kösoğlu, Şehit Enver Paşa , Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2008, s.575)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder