17 Mayıs 2012 Perşembe

TÜRK GELIN ( 8 )





TÜRK GELIN ( 8 )



…...........
Bu adam, sonradan ögrendigine göre, otonom bölgede komünist parti üyelerinden birisi imis. Dedemi, babami ve amcami alarak, onlari gizli birseyler konusurlarken görmüstüm; megerse o vakit adam,“ sizin su isimde Afganistan´da bir tanidiginiz var mi? „ diye sormus. Tabii bizimkiler korkularindan“ biz kesinlikle öyle birini tanimiyoruz „ diyerek redd- i isyan etmisler, diyerek anlatmaya devam etmistir.
Oysa bahsedilen kisi gercekte Önder´in babasinin amcasinin ogludur ve Mao devriminden önce ailesiyle birlikte Afganistan´a yerlesmistir.
Aradan 15 gün kadar daha gecer, ve ayni SIVE tekrar gelmistir evi ziyarete. Bu kez, evin erkeklerine, bahsedilen kisiyi taniyorsaniz, taniyoruz deyin; cünkü bu bir sinama degil, gercek ve cok ciddi bir davet; hatta arzu ederseniz Cin´den ayrilabileceginizin izni geldi der. Bunun üzerine, Önder´in babasi, denen kisinin amcaoglu oldugunu, tanidigini ve Afganistan´a gitmek istedigini söyler. Gelen Sive, bunun disisleri bakanligindan gelen özel bir emir oldugunu, kimselere duyurulmamasi gerektigini söyler ve böylece bir- iki gün icerisinde yanlarina sadece yiyecek ve giyecek alarak, kimseciklere veda etmeden, bir gece yarisi, özel görevliler esliginde coluk cocuk Cin sinirina getirirlirler. Önder henüz cok kücüktür ( asagi yukari 8 yaslarindadir) ama esek sirtindaki bu zorlu seyahati gayet iyi hatirlamaktadir. Kendilerine 4 esek verilmis, 2 esekte ise Mao´nun cerceveli resimleri ve propaganda kitaplari yüklenmistir parti görevlilerince. Oraya gittiklerinde Cin´i iyi anlatsinlar diye verilmistir. Diger eseklerde de amca oglunun diger akrabalarinin ve ve Önder´in ailesinin cüzzi esyalari yeralmaktadir.
Önder, bunu Mao zamaninda yurtdisina cikisina izin verilen belki de tek insanlar olduklarini Pervin´e vurgularken, bunun sebebinin ise su oldugunu ifade eder:
Pervin, saskinlikla, tesadüfün böylesi der gibi, dinlemektedir Önder´i.
Bu sözü edilen amca oglu da babasi gibi doktordur. Basarili bir Akupunktur ve ortopedi uzmanidir. Dönemin Afgan disisleri bakaninin ise 25 yaslarinda kücüklügünden beri yatalak bir oglu vardir. Bu doktorun tedavisi ile yatalak genc oturabilecek kadar sagligna kavustugundan, bakan cok minnettar kalmis,ne dilerse yapmaya calisacagina dair teminat vermistir. O da para yerine Cin´deki akrabalarinin, özellikle de Önder´in babasinin oraya getirilmesini arzu ettigini söylemistir. Afgan bakan elinden geleni yapacagini söylemis ve sonucta da sözünde durmus, bir dizi görüsmelerden sonra bu is hallolmustu.
Yolculuk sirasinda, Pamir daglarini gectiklerini, havanin buz gibi oldugunu; biz cocuklari yün yumagi gibi sarip sarmalamalarina ragmen üsüyor, aldigimiz nefes donuyor, babamlarin yüzü kardan ve hayvanlarin burunlarinda buzlar olusuyordu diye bahsetmeye devam eder, Önder.
Dag yolundaki zaman zaman gecmek zorunda kaldiklari ucurumlarda, o eseklerin o kadar usta oldugunu, hayvanlarin bazi yerlerde ancak bir insanin gecebilecegi dar yolda dahi, tek ayaklarini hizali hizali atarak ilerlediklerini, sinirdan 10-15 km uzaklasmalarina ragmen korkudan resim yüklü 2 esegin yükünü bosaltamayip, kendilerinin yaya yürüdügünü anlatir. Cünkü her seferinde buna yeltendiklerinde ya bizi dürbünle seyrediyorlarsa, geri cevirmesinler, bir de o zaman hapse gireriz,resimleri nasil indirirsiniz diye bizden hesap sormasinlar diye düsünüp vaz gecerler.
Nihayet resimleri ve kitaplari ancak dagin öbür yakasina gectiklerinde, Cin sinirindan gözle görülemeyecek uzaklikta oldugunda bosaltip ,o vakte kadar yaya yürümekte olan kadinlar oturtulmustur, esek sirtina.
Önder´in Pervin´e anilarini anlatirken hala gözlerinde o ani yasamakta oldugunu, hala o gözlerdeki minik Önder´i görmek mümkündü.
Dagin öte yakasina gecip, biraz ilerlediklerinde ,ohhhh rahatladik düzlük sayilabilecek bir yere geldik diye düsünürken, birden karsilarina silahli 20-25 atli belirmistir. Yüksek sesle bagiriyorlar, ne dedikleri anlasilmiyordu. Bu atlilar erkekleri ellerinden baglamis, kadinlari birarada duracak sekilde gözaltinda tutup hatta Önder´in anlattigina göre cocuklarin bile uslu durmasi gerekiyordu, hepsi sesiz bir korkuya kapilmisti. Gerci, o atlilar epey insanin oldugu bir yere getirmislerdi onlari; ama dillerini anlamadiklarindan, o adamlarin eskiya olup olmadiklarini, kendi akibetlerinin ne oldugunu kestiremediklerinden, korkuyla cocuklar dahil beklesiyorlardi. Bir ara bütün erkekleri alip götürürler. Yaklasik 10-15 saat sonra erkekler geri dönmüs yüzlerinde bir memnuniyet ifadesiyle“ artik hürüz „ diye ailelerine bu uzun sorgulamadan sonraki müjdeyi vermislerdi. Bulunduklari yer hala dagin tepesi gibi bir yerdi, ama bu Afgan grup onlari 1-2 ay iyice misafir etmis sonra sehre refakat etmislerdir.
Önder, Pervin´e bu atlilarin basindaki kisinin sonradan Afgan- Sovyet savasi sirasinda adindan cok bahsettirecek bir general ve asiret reisi oldugunu söyler.Yani baris zamanlarinda siniri korumakla görevli orada da yasayan  yerli halktir o grup. Hatta Pervin ismini biliyor olmasina ragmen zaman icerisinde hafizasindan silinmistir. Ancak Özal zamaninda Türkiye´ye kabul edilen 4000 Afgan ailenin icerisinde oldugunu, Van civarina yerlestirildiklerini tvdeki haberlerden 80´li yillar duydugunu hatirlamaktadir. Önder ondan, cok iyi biri idi, bizlerle cok iyi ilglenilmesini sagladi, diye söz etmistir.
Herneyse, böylece aile bir iki sehirden sonra sonunda Kabil´e yerlesmis, Önder de artik orada okula baslamisti. Carcabuk dili ögrenen babasi ve annesi de calismaya baslamislardir.
.....................

GÜZEL SÖZLER MARK TWAIN

Düşlerinizi küçümseyen insanlardan uzak durun, küçük insanlar bunu hep yaparlar...Oysa büyük insanlar, büyük düşlerinizi gerçekleştirebileceğinize inanmanızı sağlarlar…!

Mark Twain

LOS DIABLOS UN RAYO DE SOL 1970


15 Mayıs 2012 Salı

YASAMAK CESARET ISTER


Not: Bu yaziyi bir baska blog arkadasimin sayfasinda görüp izni ile kopyaliyorum ama gercek sahibini bilmyorum yazinin maalesef. Pek cok kisiye hitap edebilecegini düsündügüm icin ben de blogumda paylasmayi uygun gördüm.
   Oscar WILDE’ın söylediği gibi birçoğumuz yalnızca günü kurtarır, “var olmak” ile yetinir ve kendi ağırlığı altında ezilir. Değiştiremeyeceği gerçekleri oldukları gibi kabul etmek ve bu değişmezlik düzeninden kendine yeni bir yaşam sevinci yaratmak da yürek ister, değiştirebileceğini değiştirmeye çalışmak da...

Sanıldığı gibi insanın korku kaynağı dünya, insanlar, yaşamın zorlukları benzeri şeyler değil, bizzat kendisidir. İnsan kendi duygularından, kendi zaaflarından, kendi acılarından, kendi coşkularından ürker, yaşama her dokunduğunda; duygularının alevlenip onu yakacağından çekinir. İşte bu yüzden kaçar yaşamdan, aşktan, öfkeden, hareketten, sevinçten, sevgiden ve kendisinden kaçar.

Korkuları yüzünden yaşayamadığı bir hayatı taşımaktan yorularak, kendisine uydurduğu binbir mazeretle yaşama arkasını dönmeye, gizlenmeye uğraşıp, gizliden gizliye yok olmaya cabalar. Kendinden başka kimsenin delemeyeceği bir zırh koyar hayatla arasına… Korkunun en yakın dostu acımaktır; böylece insan yaşamdan korktukça kendine acımaya, zavallılaştırmaya başlar. Yaşam ile yüzyüze gelmektense ağır ağır yok olmayı seçer. O korktukça azalır gücü, korkuyla yaralanan bedeni artık en küçük dokunuşlarda bile acı ile inler; her acıda korkusu biraz daha artar ve girdap gibi içine çeker onu güçsüzlük… Kendi korkusuna “kader” der sonra; korkuyu değiştirilmesi mümkün olmayan bir gerçek, alnına yazılmış bir yazgı olarak görür.

Yeni bir aşk düşüncesi bile titretir onu; kalabalıktan korktuğu kadar yalnızlıktan da korkar, hayatın hiçbir haline dayanamaz durumlara gelir. Sırtında taşımakta güçlük çektiği hayatı, yaşamaktan korktuğu geleceği ve yaşayamadığı geçmişi arasında sıkışıp kalır insan... Zaman, insanı sancıya mıhladığında vakit geçmek bilmez; döndüğü her yanda bir düşman gibi kendi duyguları çıkar insanın karşısına… Mutluluk vardır, hatta her zaman çok yakındadır; fakat o mutluluğu değil, mutluluğun ardında sezilen acıyı görür. Güzel anların da bir sonu vardır; olaylara bu açıdan bakar ve güzel anlarında tadını çıkartamaz. Terkedilme, sevdiği kadar sevilememe korkusundan aşkını dahi yaşayamaz.

Yaşamak cesaret ister! Belki de bu yüzden dünyaya gelenlerin çok azı yaşar, çoğunluğu kıpırdamaz bile; yaşama yaklaşabilmek için tek bir adım bile atmaya yetmez cesareti… Ona sevinci gösterseniz “ya sonra” diye sorar, aşkı gösterseniz yine ayni sorudur onun aklini kurcalayan; “ya sonra”… Öfke, coşku, dostluk, sevişme, başkaldırı, direnme, hep aynı soruyu sürükler peşinden; ”ya sonra”… Bilinmeyen bir “ya sonra” için bilinenlerin hepsini ıskalamayı kabullenir.

Ama ne garip; duygularından, yaşanacakların “sonrasından” korkanlar, acıdan sakınanlar çeker en büyük acıyı… Yaşanmamış bütün duyguları zehirli sarmaşıklar gibi boy atıp ruhlarına dolaşır. “Sonrası umurumda değil” deyip yaşamla kucak kucağa gelenlerden çok daha fazla yarayı, yaşayamadıkları için alırlar. Yakınıp dururlar, çektikleri acılardan söz ederler, acıyı da çekerler gerçekten ama “acıdan korktukları için” bunca acıyı çektiklerini göremezler bir türlü... Yaşamanın cesaret istediğini fark etmezler. Onun için çok az insan yaşar! Çoğunluk yalnızca günü kurtarır; yaşanmamış günlerin altında inleyen çaresiz bir köle gibi yitik bir hayatı taşır güçsüz omuzlarında…

Kendi gerçeklerimiz, kendi duygularımızdır bizi böylesine ürküten; çatal diliyle tıslayan bir yılan görmüş bir tavşan gibi bizi hareketsiz bırakan... Ve ne kadar çok korkarsanız, korkunuz o kadar artar. Nekadar yaşarsanız, cesaretiniz o ölçüde bilenir. Yaşamıyorsanız eğer; bu başkalarından dolayı değildir. Sizi güçsüzleştiren, sizi çaresizleştiren, sizi isyanlardan alıkoyan; değiştiremeyeceklerinizi kabul etmenize engel olan, değiştirebileceklerinizin üstüne gitmenize izin vermeyen, “sizi yaşatmayan”, kendi korkularınızdır.

Yaşamak, cesaret ister çünkü…

VLADIMIR COSMA JAGUAR








TÜRK GELIN (7)

Pervin, bu ayaklari titreten ucusunu atlatmistir. Ama kendi ailesinden baskasina bahsetmez; muhtemelen sevinecekleri icin.
Bu kurban bayraminda olanlari da Almanya´daki nisanlisi Önder´e bahsetmez; cünkü hem annesinin hem de babasinin bu denli asagilayici davranacagina inanmayacaktir.
Aradan 1-2 ay gecmis ve nihayet Önder kisa bir izin icin Türkiye´ye gelmistir.Bir gün kendisi“  bana söyleyecegin bir sey var mi? „ diye sorar. Pervin ise“ ne duymak istiyorsun? „ diye ayri bir soru ile cevap verir. Bunun üzerine  Önder kurban bayraminda ailesini  bir iki tanidikla ziyarete gelmis olan arkadasi Semseddin´in kendisine kurban bayrami ziyaretlerinde olanlari anlattigini ve aynen su cümleleri kullandigini söyler:“ Ulan oglum sen acayip sansli birisin. Bizimkilerden bir kiz olsa o cay tepsisini babanin kafasina firlatir, anneni de sacindan tuttugu gibi yerlerde sürürdü. Bu kiz yüzünden okunan öfkesine ragmen kendini tuttu, hepimiz cok takdir ettik „ demistir. Pervin bunu duyduguna sasirmistir cünkü Semseddin´le hic anlasamazlardi.
Bundan dolayi Önder Pervin´e tesekkür edip, özür diler. Önder annesinin bu tavrinin, onu cok sevdiginden kaynaklandigina bagliyordur.  Pervin, "ya peki baban neden böyle davraniyor? Kusura bakma ama her zaman onlarin bu sekildeki cahilce hareketlerine her zaman büyüklük göstererek sabretmek zorunda degilim „ der. Önder, zaten babasiyla iyi bir münasebet icinde olamadiklarini devamli ticaret bahanesiyle aileyi birakip aylarca gittigini, tüm sorumlulugu kac yildir Önder´in omzuna yiktigini, annesinin ise bu oglunun desteginin kaybolacagini zannettigi icin böyle davrandigini söylemektedir.
Evlilik karari almadan önce Önder ailesinin Türkiye´ye kadar olan hikayesini ve kendisinin cocuklugunu söyle özetlemistir, Pervin´e.
Cin´de Mao yönetiminin hakim oldugu bir devirdir. Önder´in babasi genc bir doktordur. Bir toplanti sirasinda“ biz Türküz Türkce konusmamiz lazim „demesi ve o dönemlerde üniformaya benzeyen tek tip kiyafetin giyildigi Cin´de kiyafetini bir de ütüleyerek giydigi icin burjuvazilik ve irkcilik yaptigi gerekcesiyle 8 yil hapis cezasina carptirilir. Ayni sekilde diger kardesi de 10 yil calisma cezasina ( yani kürek mahkumluguna) carptirilir. Bu siralarda daha yeni evlidirler Önder´in anne ve babasi.
Pervin´hikayenin bundan sonraki kisminida kayinvalidesinin agzindan da birkac kez dinlemistir. Onun da anlatimina göre:
Kayinvalidesi daha 15 yasindadir.Anne ve babasini kücük yasta kaybetmistir, ona ve kücük üvey oglan kardesine cok yasli olan kendi anneannesi bakmaktadir. Kadincagiz, cok yasli oldugu icin kendisini hic evlenmek istememesine ragmen, zorla bu sülaleden zengin ve taninmis ailenin ogluyla evlendirmistir. Bir kac ay sonrasinda genc kiz olan kayinvalidesi hamile kalmis ve genc doktor esi dehapse girmistir.
Kayinvalide, Önder´i dogurduktan sonra orta okula devam ettigini, sadece emzirmek icin teneffüs arsinda eve geri geldigini ve ne cok utandigini, defalarca ifade etmistir.
“ Daha cocuk bakimindan anlamayacak kadar kücüktüm, o yüzden  bebegime büyük görümcem bakardi, ben arkadaslarimla oynardim. „ diye bahseder. Hakikaten de Önder´le ilgili pek bir bebeklik ve cocukluk hatirasi yoktur annesinin. Pervin´in bebek Önder´in neler yaptigina iliskin sorulari“ ben hatirlayamiyorum halasi bilir „  cevabina sasirmasina karsin anlamaya calismisti onu. Güzel  ya da hos bir duygu olmasa gerek. Insanin cocuklugu elinden alindigi icin kendi cocugunu bile sevememesi, zoraki bir alakasinin olmasi ne garip diye düsünür Pervin icinden.
Önder ise ilk hatirlayabildigi cocukluk anilarindan bahsederken amcasiyla ilgili kisminda hep gözleri isildardi ve  onu ne cok sevdigi hemen belli olurdu.
Önder amcasinin da 10 yil kürek mahkumluguna carptirildigini ve hep sirtinda minik Önder´le calismaya gittigini hatta o calisirken kaybolmasin, basina bir sey gelmesin diye onu bir agaca bagladigini, dinlenmek icin yanina geldiginde birlikte yedikleri yemegin ne de tatli oldugunun hala hatirinda oldugunu ve onunla hep oynayip güldürdügünü anlatmaktadir. Bu yüzden amcasina baba, halasina anne, kendi babasina agabeyi, annesine ise abla dedigini ve bir müddette gercekten öyle   zannettigini söyler. Dedesinin onu cok simarttigini ve cok sevdigini anlatmisti. Babasi hapiste oldugundan ona bütün aile özel ihtimam göstermis ve bir dedigi iki edilmemistir. Bütün torunlarin oldugu koca evde, yemekte bir tek dedesinin onu yanina oturabildigini gururla ifade eder. Önder dedesinden su sözlerle bahseder: sehirde cok taninan bir zat oldugunu, Mao devriminden önce cok zengin oldugunu, hatta koca bir arsa üzerinde 3 ayri misafir evi ve calisanlarin kaldigi evlerinin de bulundugundan bahseder. Devrimden sonra buranin sadece kücük bir bahceyle bir evin kendilerine verildigini, kalanina devletin el koydugunu ögrenir Pervin anlatilanlarla.
Pervin, bu hikayeyi biraz aciyarak, biraz onlari anlamaya calisarak dinlemistir hep.
Önder, hele de babasindan bahsederken su ifadeleri kullanir:
Zaten tavrindan da ondan bahsetmekten hoslanmadigi, bir kere de olsa bahsetmesi gerektigi icin anlattigi bellidir.“Babami cocukken hic sevmezdim; cünkü 8 yasindan sonra bir adam cikti, durmadan bagiran cagiran, bana hep yasaklar koyan, sinirli biri. Bir de bana dediler bu senin baban sözüne itaat edeceksin. Tamam, iyi, anladim da, o yüzden onu hic sevemedim , galiba o da beni sevemedi. Böyle tuhaf bir iliskimiz var o sebepten; sadece abgabey diyebildim kendisine der.
Gercekten de Pervin, hep saskinlikla seyretmistir evde tüm kardesleri anne babasina anne ve baba derken o, abla ve agabey diye hitap ediyordu.
Herneyse, Önder  babasi gibi doktor olan halasinin kendisine o isinin arasinda dahi, kendi cocuklarindan bile daha iyi baktigini, annesinin kendisiyle pek ilgilenmedigini anlatir.
Önder , Pervin´e Cin´den nasil ayrilabildiklerini ise söyle hikaye etmistir:
Bir gün eve bir Sive gelmistir.( Bunlar da Cin´deki azinlik halklardan birisidir ve genellikle devlet dairelerinde ve yüksekce kademelerde calisirlar, aralarinda cok okuyan ciktigi icin) Bu adam sonradan ögrendigine göre...





9 Mayıs 2012 Çarşamba

TÜRK GELIN ( 6 )




TÜRK GELIN ( 6 )

Nihayet kurban bayrami olmustur. Pervin bayram süresince istemese de nisanlisinin ailesiyle kalmaktadir artik. Ilk defa da bu sebeple, onlardaki kurban bayrami kutlamalarinin nasil oldugunu görmektedir. Kayinvalidesi bir iki gün önceden tatli ve tuzlularin yapimina baslamisti. Masa o gün, cesitli kuru yemis ve sekerlemelerle donatilmisti. Onlarin her önemli davetlerinde yer alan olmazsa olmazi Sanza ( yün cilesi gibi hamurdan yagda kizartilarak yapilan bir nevi cok uzun krakerler, yapimi hayli zordur , genellikle iki kadin birarada yaparlar), digeri Kak Belis (kuru kayisi ile yapilan cok lezzetli bir tatlidir ), Samsa ( kiymali , kimyon ve havuclu bir nevi pogaca ) yer almaktaydi. Bunlarin yanisira, iki kocaman özel tabakta onlarin meshur etli ve havuclu pilavi ve koca koca haslanmis etler masada yerlerini almisti ziyaretciler icin.
Cok degisikti hersey Pervin icin. Sabahin ilk saatleriyle gruplar halinde erkekler geliyor hep birlikte masaya ve koltuklari dolduruyor; masadaki yemekler yeniyor sonra cay fasli basliyor ve yemegi yiyen kalkiyor, sonra ne okuduklari tam anlasilamayan sanki alel acele okunmus bir dua ve elleriyle yüz ve sakallarinin sivazlanmasiyla ayriliyorlardi evden. Aradan cok gecmiyordu yeni bir grup ve onlarla bosalan tabaklar yeniden dolup bosaliyordu. Tabii güzel bir seydi bir evin ziyaretcisinin bu denli cok olmasi. Pervin´i esas huzursuz eden ayni gün ucusa yetismesi gerekiyordu ve mutfakta hazirliklara yardim etmesi ve yemek yapimina istirak ettiginden feci bir sekilde üzerinin yemek ve baharat kokuyor olmasiydi.Iki saat sonra bir de hava alaninda olmasi gerekiyordu.Misafirlerin bile önüne böyle cikmak istemedigi gibi birde ucusa da böyle berbat sekilde gitmek zorunda kalacakti.
Pervin´in karsiladigi son misafirler gelmisti. Iki yaslica bir bey ve birde nisanlisinin bir arkadasi gelmisti bayramlasmak icin. Kayinpeder ve kayinvalide salonda misafirlerle yerlerini aldilar ve kayinvalide daha onlar iceri girer girmez sanki kizlari cay getiriyormus gibi iceride oturan kizina seslenip Fatime cay eke ( cay getir ) diye seslendi. Zaten sabahtan beri ocaktan inmeyen caydanliga Pervin yeni cay demleyip misafirlere sunmak icin salona götürür. Gelen misafirler yasca kayinpederinden kücük olduklari icin Pervin önce caylari ona sunar ve kaba bir ses tonuyla onun Yak ( yok, istemiyorum ) hitabiyla irkilir. Belli etmemeye calisarak misafirlere ve sonra kayinvalideye sunsa kayinvalidenin de daha kaba bir ses tonu ve yüzünü de cevirerek Yak cevabiyla cayi geri cevirir. Ses tonu o kadar sertti ki misafirler bile rahatsizlik duymus saskin yüzüne bakmislar ve oda da bir sessizlik olmustu. Pervin sesini cikarmadan odadan mutsuzca ciksa elinde tepsiyle mutfaga dogru; kayinvalidesinin yine Fatime cay eke diye seslenmesiyle odaya geri dönüp yine cayi götürse, kayinvalidesi yine Yak der . Pervin cok sinirlense de misafirlerin huzurunda tatsizlik olmasin diye sesini yine cikarmaz ve mutfaga döner. Sonra iceri valizini almak icin yatak odasina girer ve yola cikar ucusu icin. Ne varki kötü baslayan günü pek de iyi gitmeyecektir.
Havalanina Londra ucusu icin gitmistir. Aslinda normal bir ucustu her zamanki gibi. Sadece o gün özel olan bashostesin ucuyor olmasi ve kabin memurlarinin hepsinin aslinda kabin amiri olmalariydi. Pervin bu ucusunda bashostesin yaninda 4 numara olarak ucuyordu. Artik dönüs seferindeydiler Türkiye icin. Yemek servisi henüz bitmisti ki, kokpitin isigi yanmis ve bashostes saskin kokpite girer. Ciktiginda beti benzi atmistir. Pervin´e isaret eder ve diger arkada görevli kizlara da telefon acarak acil öne gelmelerini söyler. Hepsi toplandiginda, aglayarak ,sesi titreyerek kaptanin söylediklerini iletir. Kaptan kokpitte yangin alarminin oldugunu ve nereden bu sinyalin geldigini anlayamadiklarini söylemistir. Kizlar derhal her yere bakin, yangin olan bir yer var mi diye söyler.
Hepsi birden kostururlar galley deki firinlara, bütün cöpleri dahi cikarip her yeri didik didik ederler dakikalar icinde ama yok. Bu arada, ucus mühendisi hali altindaki gizli delikten bagajlarin oldugu bölmeye inip orada tarama yapmistir, bir yangin söz konusu mu diye, yine sonuc sifir. Ama dügme hala yanmaya devam ediyordu ve bir yerlerde yangin oldugunu isaret ediyordu.Kaptan, bashostesi tekrar yanina cagirmis ve sonrasinda bütün ekibi kokpite toplamisti. Kizlar, galiba vedalasma zamanimiz geldi dedi kaptan. Sansimiz varsa Zagreb´e ulasmaya calisacagiz; havaalani kapanmadan, gerekirse gövde inisi yapacagiz, hazirliklarinizi tamamlayin. Sadece 15 dakikalik yakitimiz var dedi.Tabii daha önce basimiza birsey gelmezse diye de ilave eder. Bunun üzerine herkes vedalasti, haklar helal edildi ve disari cikildi kokpitten. Ufak bir üzüntü dalgasindan sonra herkes o gün esas bashostese ve esine üzülüyordu. Ne tesadüftü ki, onlar ilk defa birlikte ucuyorlardi ve 5 yaslarinda bir ogullarin vardi. Geri herkes bekardi. Pervin ise evliydi güya da, kagit üzerinde. Zaten ona bir sey olacak olsa, nisanlisinin ailesi herhalde tef calacaklardi öyle görünüyordu. Pervin kisa bir süre ailesini düsündü. Ama düsünceler sanki isik hizinda yol aliyordu kafasinin icinde. Galiba ölecegi icin degil, annesi üzülecek diye üzülüyordu. Cünkü, bir an her ucusa gidisinde mutlaka kapidan gecirmeyi ihmal etmeyen, kendisini uzun uzun hayranlikla seyreden annesi, hatta o taksiye binene kadar sogukta bile pencerede kendisini bekleyen annesi.O an annesinin nasil iyi bir anne oldugunu daha iyi idrak etmisti sanki. Cünkü, gece gec dönmesine ragmen saat kac olursa olsun ,annesi mutlaka kalkar odadan cikar kizim karnin avmi diye sorar öyle yatardi. Halbuki Pervin´in yemek yiyecek hali bile olmadigi gibi cöplüge koysaniz orada uyuyacak yorgunlukta olurdu cogu zaman.
Pervin, sonra derin bir nefes alir ve mütemadiyen galleyin penceresinden bulutlara bakar son güzellikleri kesfetmek istercesine. Sonra hep birlikte herkes icinden dualarini okuduktan sonra ne yapmalari gerektigini düsünürler. Hepsinin gözleri herseyden habersiz oturan yolculardadir. Son dakikalarini nasil gecirmeleri en uygunu diye kisa bir mühayeleden sonra ucakta ne var ne yok servis yapmaya kara verirler.
Hepsi en güzel gülücüklerini takinip icecek servisine cikmislardir. Yolcular bile kemer isiklari yanarken ki bu hale sasirmislardir.
Oysa onlar düsünmüslerdi. Nasil olsa ölecegiz, hic olmazsa birileri mutlu ölsün, farkinda olmasin demislerdi kendilerince.
Gerci korkulan olmamis kaptan Zagrep´e basarili bir inis yapmis; ucakta gerekli kontroller yapildiktan sonra geri dönülmüstü. Ama o günkü ekibin metanetli hali, hicbirinin aslinda ölüm lafina bu kadar alisik olmadigi halde burunburuna gelmeleri ve büyük bir teslimiyet icinde hareket edebilmelerini cok takdir edici bulacakti Pervin, arkadaslarini da yillar sonrasinda da. Pek cok insan aslnda bilmez ama; o süslü görünümleri altinda hemen her hostes ucusa gitmeden önce boy abdestini alir ve her kalkista, her iniste dua mutlaka okurlardi. Galiba bu sebepleydi metanetli olabilmeleri; insan kendini zaten manen Allah adayinca korkuda olmuyormus meger.


1 Mayıs 2012 Salı

BALKONUMUN YENI MISAFIRLERI





Bu sabah yine kus civiltilari ile uyandim. Kafami bir kaldirdim bu manzara yani basimda duran fotograf makinam sayesinde kacirmadan görüntüleye bildim.Balkonumdaki minik misafirlerim asmis oldugum yem toplarini kesfettikleri gibi neredeyse yiye yiye bitirmislerdi.Ama siz rsimde bu kadar güzel göründügüne bakmayin yerler oldugu gibi yem kirintilari ve her ne hikmetse yerdeki saksinin topraklarinda bile deselenmisler.Yem toplarinin icinde bulunanaycicegi cekirdekleri ta masanin altinda citlanmis vaziyette görünce ya  ne isiniz var burada dedim. Sanki alem yapmislar. Yem topunun asili oldugu yer nere cekirdekler nerede yenmis ve pislemislerde herhalde yuva yapmak icin yer mi arandilar ne. Gerci sikayet ettigimi sanmayin diledikleri gibi pisletebilirler ve ben sirf onlar icin severek katlanirim hepsine. Bir de onlari son alisverisimde de düsünüp epey büyükce bir suluk aldim. Yemegi yiyip susamasinlar yaki banyo yapmak istediklerinde baslarini batirabilecekleri yer olsun diye. Gerci bugün onun da kesfe ugramisliginigözlerimle gördüm ama hareketimden ürken kus misafirimi simdilik yakalayamadim. Ama bir daha ki sefere daha dikkatli olacagim.

AKSAMIN CÖKÜSÜ







GÜN BATARKENKI GÖL YÜRÜYÜSÜM














Bunlar da ayni Pazar gününün fotograf makinamla yakalayabildigim görüntüleri.

YABAN KAZLARI´NIN YAVRULARIYLA GÖL SEFASI











Bu pazar günü, isten cok yorgun cikmama ragmen eve döndügümde,  arabadan inerken yüzüme vuran ilik rüzgar, bana aniden kendimi disari atmam gerektigini müjdeledi sanki. Aslinda, hava almak icin gec bir saat sayilmasina ragmen, isimi gücümü birakip, üzerimi degistirdigim gibi, baktim kendimi 5 dakika icerisinde disari da bulmusum. Disari ciktigimda, aslinda kafamda belli bir yer yoktu. Bisiklet yoluna mi , Feringa See´ye mi, Poschinger Weiher´e mi, yoksa Unterföhring´in sokaklarinda mi dolasayim derken;  icimdeki his beni garipce Poschinger Weieher´e dogru yürüyüse cikmam icin yönlendirdi. Havanin güzel, hafif günesin henüz parildamaya devam ettigi, ilik rüzgara ragmen, yaklastikca oradaki tenhalik dikkatimi cekti. Yokus asagi inip, bu sunni kanal gölüne ilerledigimde,  bir ciftten ve benden  baska kimsenin olmamasi ilginc geldi bana. Onlarda zaten kalkiyorlardi; ben oraya ulastigimda. Ben, onlari gecip, biraz daha ilerleyince, esas beni oraya götüren nedenin ne oldugunu kesfettim.Cünkü, benim icin gercekten cok nadirdi; öyle yorgun olacagim ve iki elim darda kalmis gibi kendimi buraya dogru disari atacagim. Gördügüm manzara öyle hostu ki, iste bu imis dedim kendi kendime. Herhalde onlari görecegim varmis, bilmeden ona acele ediyormusum.Yaklasik 40 kadar yavrusu ile birlikte gezintiye cikmis 6 kadar yaban kazi. Sizde tahmin ediyorsunuzdur; kendimi nasil bir ganimet bulmus gibi sevindigime. Yavrularin o pamuk gibi halleri ve bana anne babalarinin onlarin cok yakinina kadar gidebilmeme izin vermeleri, beni son derece mutluluga gark etti. Bir kez daha fotograf makina mi yanima almakla ne büyük iyilik yaptigi mi anladim. Cünkü, sadece bu yaban kazlari degil tenhalikta daha cok hissedilebilen huzur, korulugun  o taze yaprak kokusu ve cicek aromalariyla dolu tertemiz havasi, kuslarin birbirlerinin seslerini bastirircasina ötüsmeleri ve aksam da alelacele yiyecegini evine tasimaya calisan böcegi de kamerama yakalama firsati buldum.Hersey harikaydi.Gerci yürüyüsüme basladigimda 19.30 du . O saatten sonra megerse, gezerek yaklasik 6 kilometre kadar yol gitmisim. Döndügümde, daha da yorulmus olmam gerekirken adeta bir ay  tatilde yan gelip yatmis gibi dinlenmis buldum kendimi, gezdigim bu gölün korulugunda.