21 Nisan 2013 Pazar


919- 1920 Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde çok çok önemli bir tarihi sayfa..NEDEN MALTA’YA SÜRÜLDÜLER ??? .!!!…Malta sürgünleri.

( 1919-1921)
Bütün aksi iddialara rağmen, sadece yurt dışında değil yurt içinde dahi özellikle Batıya şirin görünmeyi ideal edinmiş ve bu nedenle de Kemalist İdeolojiye en fazla karşı çıkan Neo- Liberaller veya Numaracı Cumhuriyetçilerin gerçek kabul ettiği Ermeni Soykırım İddialarının tıpkı günümüzdeki bazı olaylar gibi, çoğunlukla sonradan, masa başında uydurulmuş olduğunu ispat eden en önemli tarihi olgu herhalde Malta Sürgünleri olayıdır. Biz bu gün bu konuyu değişik yönleri ile ele almak ve kafalara takılan bazı soruları cevaplandırmak istiyoruz.
Birinci Dünya Savaşı sonunda Antant güçlerin Wilson ilkelerini nasıl yorumladığı ve Osmanlı topluluğu içindeki Türk ve diğer unsurlar hakkındaki gerçek duygu ve düşüncelerini resimleyen en önemli belge; 30 Ekim 1918 tarihinde Türk Heyeti’ne imzalattırılan Mondros Ateşkeş Anlaşmasıdır.
Bu Ateşkes anlaşmasının bazı maddeleri üzerine biraz düşünmek Avrupa’nın gelecekteki hareket tarzlarının Türk ve Müslümanlar için çok ağır problemler doğuracağının işaretlerinin görülmesi için yeterlidir.
Md.4: İtilaf hükümetlerinin savaş esirleri ile Ermeni esirleri, tutukluları İstanbul’da toplanacak ve kayıtsız koşulsuz İtilaf Hükümetlerine verilecektir. (1)

Sadece bu madde bile Ermenilerin Osmanlı Cemaati içinde ezilmiş bir kitle değil, ülkenin düşmanları ile yakın ilişki içinde bulunduğunun ve hatta savaşın taraflarından biri olduğunun değişik bir ifadesidir. Kendi ana vatanına ihanet ve düşmanlarla tam bir işbirliği içinde bulunmuş olduğunun da kanıtı kabul edilebilir. Osmanlı topluluğu içinde Müslim, gayri Müslim 20-25 değişik soydan topluluklar varken acaba neden Ermeni esirler oluyor ve bunlar savaşılan ordular askerleri ile eşit seviyede muamele görmesi, düşman ülke temsilcileri tarafından öncelikle talep ediliyordu?

Md.18’de Arap topraklarında ve Kilikya’daki kuvvetlerin intizamı koruması için gerekli sayıdan çoğu beşinci maddedeki koşullara uyularak, geri çekilecektir.
Md.24. Vilâyat-ı sitte’de (altı il’de, Erzurum, Van, Harput, Diyarbakır, Bitlis, Sivas) karışıklık çıktığında bu illerin herhangi bir bölümünün ele geçirilmesi hakkını İtilaf Devletleri saklı tutar.
Her iki madde de kurulması tasarlanan yeni Ermeni yurdu için toprak temin etmek için anlaşmaya konmuş maddelerdir.
Ateşkesin hemen arkasından Patrikhane başta olmak üzere Ermeni liderleri Türk resmi yöneticilerini suçlayacak ve mahkûm edecek olay ve belge arayışına girdiler, resmi kişileri konuşturarak olayları bilen, bilmeyen bu kişilerin kendilerini yatıştırmak amacıyla söyledikleri sözleri daha sonra yazılarına, iddialarına dayanak yaptılar. Meselâ 23 Kasım’da Daily Mail gazetesi Temsilcisi’nin Padişahla yaptığı ve daha sonra Times gazetesinde yayınlanan bir demeci şöyle naklediliyor:
“Türkiye’de bazı siyasi komiteler tarafından Ermeniler hakkında yapılan muameleyi büyük bir üzüntü içinde öğrenmiş bulunuyorum. Bu gibi fenalıklar ile aynı vatana mensup evlatlar arasında vuku bulan karşılıklı kıyımlar kalbimi kırdı. Saltanata geçer geçmez bu olaylara sebebiyet verenlerin son derece şiddetle cezaya çarptırılması için derhal tahkikat açılmasını emrettim. Muhtelif nedenler bu emrimin süratle yerine getirilmesine mani oldu. Fakat bu gün bu mesele bütün detayları ile soruşturulmaktadır.” (2)
2 Ocak 1919 günü İstanbul’daki İngiliz yüksek komiseri Amiral Calthorpe; İngiliz hükümetine müracaat ederek bir ön tedbir ve bir kararlılık gösterisi olabileceği inancıyla bazı Türk liderlerin tevkif edilmesi için müsaade istedi. Ona göre ancak böyle sert tedbirler Türklere yenildiklerini ve yabancılara ve Ermenilere saygılı olmaları gerektiğini anlatabilirdi. (3)
Bu amaçla İngiliz Yüksek Komiserliği bünyesinde bir çalışma grubu oluşturuldu ve bu grubun başına, savaştan önce 15 yıl kadar İstanbul’da mütercim –tercüman (dragoman) ‘lık yapmış olan Andrew Ryan getirildi. (4) Mütarekeden hemen sonra Kasım ayı içinde İstanbul’a gelen Ryan vakit geçirmeden eskiden tanıdığı Ermeni ve Rum unsurları ile temasa geçti. Ermeniler arasında tespit ettiği bazı haber kaynaklarınca Ermeni ve Rum birimleri ile müşterek hareket etmelerini teşvik etti.
Onun gayretleri ve Ermeni patrikhanesi ile müşterek çalışmaları sonucunda “Türk Savaş suçluları” belirleyen bir seri “kara liste” hazırlandı. Ocak ayı ile Nisan 1919 arasında bu “gayri resmi” listelerden dördü Padişahın hükümetine verildi. Vahdettin politik düşman olarak kabul ettiği İttihat ve Terakki Partisi üyelerinden öç almak isteyenlerle birlikteydi. Amiral Carthorpe hükümetine “Türk Hükümeti vasıtasıyla harekete geçmenin kesinlikle gerekli olduğunu” yazdı. Ryan’da not olarak, “bizim yöntemimiz tevkif edilecek isimleri teklif etmek, böylece ilerde bize yüklenmek istenecek sorumlulukları da inkâr edebilme imkânına sahip olacağız” ifadesini ilave etti.
Savaş suçlusu yaratmak için ulusalcı, yurtsever insan avına çıkan İngilizler, kendilerinin oluşturacakları bir Yüksek Mahkemede, Ermenilere karşı sözde suç işlemiş, kırım yapmış asker, sivil Osmanlı yöneticilerini yargılayarak, bir Ermeni kırımının yapıldığını tüm dünyaya duyurmak istiyorlardı.
“İngilizlerin baskısı nedeniyle Tevfik Paşa hükümeti Ocak 1919 ayı içinde 160 ila 200 kadar insanı tevkif etti. Calthorpe 30 Ocak günü, Malta Valisi Lord Plumer’e bir tel çekerek, Türkiye dışında Tevkiflerin emniyeti için 50-60 kişilik bir Türk esir grubunun muhafazası için gerekli düzenlemelerin yapılıp, yapılamayacağını sordu.
5 Şubat’ta Amiral Calthorpe Dışişleri Bakanlığınca uyarıldı ve Ateşkes hükümlerine uymayan İngiliz esirlerine kötü davranışlarda bulunan, Ermeni ve diğer ırklara karşı zalimce davranışlarda bulunan resmi görevlilerin ve komutanların Türk Hükümeti tarafından tevkif edilerek, en yakın müttefik komutanlığa teslim edilmesi istendi. Bunun üzerine Amiral Calthorpe ile İstanbul’daki Fransız kuvvetleri Komutanı General Franchet d’Esperay arasında bir tartışma başladı. Fransız General’e göre itham edilen kişileri tevkif etme, usulüne göre yargılama ve cezalandırılmaları koruma sorumluluğunun Türk makamlarına ait olması gerekiyordu. Fransız hükümetine göre, Alman, Avusturya ve Bulgar görevlilerin hiçbirinin yakalanma veya taciz edilmemesine rağmen, Türklerin suçlu olabilecekleri ihtimali ile tevkif edilmeleri Talebi, Müslüman Türklere karşı bir ayrım yapıldığı izlenimi bırakacaktı.” (5)
İşgal güçlerinin bu davranışlarından rahatsızlık duyan Tevfik Paşa Hükümeti çok önemli bir karar aldı. 1919 yılının Şubat ayında Avrupa’nın beş tarafsız ülkesi (İspanya, Hollanda, Danimarka, İsveç ve İsviçre) Hükümetlerine müracaat ederek, Ermeni zorunlu göç olayı hakkındaki ithamları incelemek için tarafsız bir komite kurulduğunu, bu ülkelerin de Komisyon’a ikişer adli müfettiş göndermeleri halinde gerçeklerin ortaya çıkarılmasını istemişlerdir.
Bu hiç beklenmedik Türk çıkışı İngiliz Dışişleri temsilcilerini paniğe kaptırdı ve bu çıkışı daha başlangıcından engellemek için harekete geçtiler. Türk teklifinin İngiliz Hükümetince nasıl karşılandığını anlamak isteyen İspanya’nın Londra Elçisi’ne gönderilen bir notta “Türk teklifinin kabulünün sulh konferansındaki bazı düzenlemelere aykırı olabileceği ve bazı ciddi karışıklıklara sebebiyet verebileceği” belirtiliyordu. Böylece Dünya Savaşı içinde Ermenilere karşı yapıldığı iddia edilen zorlamanın tarafsız bir şekilde incelenmesi imkânı ortadan kaldırılmış oldu. Anlaşılacağı şekilde İngiliz Hükümeti olayları kendi istedikleri biçimde yorumlama hakkını elinde tutmak istiyordu. Ermeni iddialarının tarafsız bir heyette incelenmesi teklifinin sahibi olan Sadrazam (İngilizci) Tevfik Paşa (İngilizlerin baskısı ile) 3 Mart 1919’da istifa ettirilmiş ve yerine (daha İngilizci) Damat Ferit Paşa getirilmiştir. (6)
Soykırımla ilgili kişi ve belgeler bulunmamasına rağmen İngilizlerin isteği ile tevkifler Mart ve Nisan aylarında da devam etti. Ciddi bir itham olmamasına rağmen bu tutuklular “Bekir Ağa Bölüğü” diye adlandırılan bir hapishanede toplatıldı. Nihayet 28 Mayıs gecesi İngiliz Askeri otoriteleri aralarından seçtikleri altmış yedi kişiyi HMS Prenses Ena adlı bir gemi ile Malta’ya gönderdiler. Fransızlar Türk esirlerin yurt dışına çıkarılmasına itiraz edince, İngilizler bu nakliyatı Türklerin isteği üzerine yaptıkları gibi bir bahane öne sürerek yaz boyunca devam ettirdiler. (7)
15 Ocak 1919 günü İstanbul, Kahire ve Bağdat’taki İngiliz Komutanlıklarına şifre ile dokuz Türk Komutanının adları Savunma Bakanlığı tarafından verilir. Cezalandırılmak üzere bunların yakalanması istenir. Bu komutanların adları ve isnat edilen suçları şunlardır: (8)
1- Nuri Paşa: Kafkasya’daki eski İslâm Ordusu Komutanı. Suçu Azerbaycan’a asker sokmak ve Ermenilere zorbalık etmektir.
2- Mürsel (Bakü) Paşa: Kafkasya’daki Azerbaycan Kuvvetleri Komutanı, Nuri Paşa’yı desteklemek, Türk Ordusunun geri çekilmesini geciktirmekle suçlanıyor.
3- Yakup Şevki (Subaşı) Paşa: Kafkasya’daki dokuzuncu Ordu Komutanı. Suçu Ermenilere, Ukraynalılara zorbalık etmek ve geri çekilmeyi geciktirmekti.
4- Nihat (Anılmış) Paşa: Pozantı’daki İkinci Ordu Komutanı. Suçu sivil makamları ayaklanma için kışkırtmak, Kilikya’yı boşaltmamak.
5- Ali İhsan (Sabis) Paşa: Mezopotamya’daki Altıncı Ordu Komutanı. Suçu Cerablus’taki İngiliz Komutanına hakaret etmek ve yağmacılık yapmak
6- Fahrettin (Türkkan) Paşa: Hicaz Ordusu Komutanı. Suçu zamanında teslim olmamak, (10 Ocak 1919 gününe kadar) savaşa devam etmek.
7- Galip Paşa: Yemen’deki 40. ıncı Tümen Komutanı, suçu teslim olmamak.
8- Tevfik Paşa: Yemen’deki 7 nci Kolordu Komutanı, suçu teslim olmamak.
9- Asir’deki 23 ncü Kolordu Komutanı, suçu teslim olmamak.
İngilizler 23 Ocak –20 Nisan 1919 günleri arasındaki dönemde, yakalanmaları için, 223 kişi’nin adını Tevfik Paşa ve daha sonra gelen Damat Ferit Hükümetine vermişlerdir. Bunların arasında otuz yedi Türk subayı bulunmaktaydı. Yakalananlar yargılanmak üzere önce İstanbul’da toplandılar ve isnat edilen en büyük suç “Ermeni Soykırımı” dır. 13 Mayıs günü, Aşçıyan adlı bir Ermeni hukukçu, Sıkıyönetim Mahkemesi sorgu yargıçlığına atandı. Sanıklar, “Ermeni, kırımına katılma” suçunu hep birlikte reddettiler. 15 Mayısta Yunanlılar’ın İzmir’e çıkışından iki gün sonra 17 Mayıs’da Ermeni kırımından sorguya çekilen Ziya Gökalp’in sözleri bir kamçı gibi mahkeme duvarlarına çarptı.
“Milletimize iftira etmeyiniz. Türkiye’de bir Ermeni soykırımı değil, bir Türk –Ermeni vuruşması vardır. Onlar bize arkadan vurdular, biz de vurmak mecburiyetinde kaldık.” (9)
İşgalci güçlerin en önemli istihbarat kaynağı Ermeni –Rum şubesidir. Bu şube’nin çalışması Amiral Calthorpe’un Dış İşleri Bakanlığına gönderdiği bir raporda (10) belirttiğine göre olaylar ve kişiler için ayrı ayrı iki tip fiş tutmaktadır. Kişi olarak 600-700 kadar Türk fişlenmiştir. Kişilerle ilgili olarak yurdun her tarafından Rum, Ermeni, Kiliseler, Okullar ve ajanlar vasıtasıyla toplanan bilgiler bu fişlere işlenir.
Mahkeme başkanlığına “Nemrud” lâkabıyla tanınmış Kürd Mustafa Paşa getirilmiştir. Artık mahkeme, bir mahkeme olmaktan çıkmış, hükümetin emrini yerine getiren bir görevliler grubu halini almıştı. (11) Kemal Bey işte bu mahkemenin verdiği 8 Nisan 1919 tarihli kararla idama mahkûm edildi ve karar 10 Nisan 1919 Perşembe günü Beyazıd Meydanı’nda asılarak yerine getirildi. (12)
Kemal Bey hakkında verilen bu karar o dönemde gerek “Bekir Ağa Bölüğü” tutukluları, gerekse bütün İstanbul’da büyük yankı uyandırdı. O dönemi yaşayan bütün bireylerin hatıralarında Kemal Bey’in idamına özel bir yer verilmiştir. (13)
16 Mart 1921 günü İngiliz Yüksek Komiserliği, Malta’daki sürgünlerle ilgili hazırladığı suç delillerini, iddianameleri topluca Londra’ya iletti. Bunlar, Yüksek Komiserliğin iki yıldan beri hazırlamakta olduğu suç delilleriydiler. Yargılanmak için özel olarak seçilmiş 56 zanlıyı suçlamak amacı taşıyordu. Bu insanların hepsi “Ermenileri öldürtmüş veya bizzat öldürmüşlerdi.” Böyle itham ediliyorlardı. İngiliz Yüksek Komiseri bu iddiaları Londra’ya gönderirken Lord Curzon’a şu bilgiler de veriliyordu.

“…. Müttefik ya da tarafsız ülkelerin hiç birinden bilgi istenmedi. Özellikle Amerikan hükümetinin elinde bol miktarda belge bulunduğu kuşkusuzdur…
Barış Antlaşması Sevr henüz yürürlüğe girmediği için Türk Hükümeti’ne ve görevlilerine de herhangi bir baskı yapılmadı, bu nedenle hiç bir Türk belgesi de sağlanamadı… Anadolu’da gezi özgürlüğü bulunmadığı için pek az sayıda tanık gelebildi… Şimdiye kadar bilgi toplanmasında başlıca kanal Ermeni Patrikhanesi oldu..” (14)
İngiliz Yüksek Komiseri Sir. H. Rumbold’un yazdıklarının ne dereceye kadar gerçeği yansıttığını okurların anlayışına bırakıyoruz. Millet Meclisini basıp, Milletin vekillerini orada tutuklayacak kadar pervasız işgalciler, Hükümet ve Sadrazam’a her istediğini yaptıracak kadar küstah ve zorba tavırların sahipleri: “Osmanlı memurlarına baskı yapamadıkları gibi onurlu bir davranış arkasına saklanarak, bilgileri bu gibi mazeretler nedeniyle Ermeni Kilisesinden aldıklarını itiraf ediyorlardı. Ama Amerikalılara güveniyorlardı. Zaten savaş içinde Ermeni Fırtınası Amerikan Büyükelçisi tarafından tezgâhlanmamış mıydı?
31 Mart 1921 günü Lord Curzon, İngiltere’nin Washington Büyükelçisi Sir A. Gaddes’e bir telgraf çekti.

“Malta’da İngiliz Hükümetinin eli altında, Ermeni soykırımına katılmaktan sanık bir miktar tutuklu Türk var. Kurbanların kaybolması, dağılması ve başka nedenler yüzünden, suç delillerini ortaya çıkarmakta büyük güçlüklerle karşılaşılıyor. Amerikan hükümetinin elinde, kovuşturmaya yarayacak deliller bulunup bulunmadığının öğrenilmesini rica ederim.” (15)
Büyükelçi cevabını 2 Haziran 1921 günü gönderdi:
“Amerikan Dışişleri Bakanlığında birçok soruşturma yaptım. Bana bugün bildirildiğine göre, Amerikalıların elinde, Ermeni sürgünü ve kırımı ile ilgili birçok belge vardır, ancak bu belgeler, olaylara karışmış kişilerle olmaktan ziyade, suçların işlenişiyle ilgilidir. İngiliz Hükümeti arzu ederse, kaynağı açıklanmamak kaydı ile, bu belgeler Büyükelçiliğimiz emrine verilecektir. Anlatılanlara bakarak, bu belgelerin, Malta’da tutuklu Türklerin kovuşturmasında delil olarak işe yarayabileceklerinden kuşkuluyum. (16)
Bu gelişme üzerine Lord Curzon 16 Haziran 1921 günü, Washington Büyükelçisi’ne ikinci talimatını verdi. “Ermenilere ve öteki yerli Hıristiyanlara zulüm yapmaktan sanık olarak yargılanacak Malta Sürgünlerinin” listesini gönderdi. Listedeki sürgünler hakkında kısaca bilgi ekledi. “Bu kimselerden herhangi biri aleyhinde acilen Amerikan Hükümeti’nden delil sağlayabilirseniz memnun olurum.” diyordu. İki hafta sonra Büyükelçi Geddes şu cevabı gönderdi.
“Ermeni kırımından ötürü yargılanmak üzere Malta’da tutuklu Türklerle ilgili olarak, çalışma arkadaşlarımdan biri dün, 12 Temmuz günü, Amerikan Dışişleri Bakanlığına gitti. Son savaşta Ermenistan’da yapılan zulümlerle ilgili Amerikan konsolosları raporlarını gözden geçirmesine izin verildi. Bu raporlar, Majesteleri Hükümetinin amacına en çok yarayacak diye Amerikan Dışişlerince seçilmişti.
Üzülerek arz edeyim ki, bu belgelerin içinde yargılanmak üzere Malta’da tutuklu bulunan Türkler aleyhinde delil olarak kullanılabilecek hiç bir şey yoktur. Gözden geçirilen raporlarda, söz konusu Türk görevlilerinden yalnız iki kişinin –Sabit Bey ile Süleyman Faik Paşa’nın – adları anılmaktaysa da, bunlar hakkında yazılanlarda raporları kaleme alanların kişisel düşüncelerini aşmıyor ve suç delili olabilecek hiç bir somut fiil gösterilemiyor.
Şunu söylemekle onur duyarım ki, Amerikan Dışişleri yetkilileri konuşma sırasında verecekleri bilgilerin hiç birinin bir hukuk mahkemesi önünde kullanılmaması arzusunda bulunmuşlardır.
Bu bakımdan ve Amerikan Dışişlerinin elindeki belgelerde hiçbir şekilde Türkler aleyhinde delil bulunamadığından… Korkarım ki, bu konuda yeniden Amerikan Hükümetine başvurulmasından herhangi bir şey elde etme umudu yoktur.” (17)
Konu artık kapanmıştır. Böylece Türklerin –Ermenilere soykırım uyguladığı yaygarası havada kalmış ve bu yazışmalar zulümle, itham edilen masum bir Ulus’u ve onun temsilcilerini aklamıştır. Gerçek açığa çıkmış, böyle bir bilinçli soykırım asla vuku bulmamıştır. Bu gelişmelerden sonra Malta’daki sürgünler birkaç ay içinde peyderpey serbest bırakıldılar.
DİPNOTLAR:

(1) Ergünöz Akçora:Van ve Çevresinde Ermeni İsyanları s.143 ( İstanbul- 1994 ); ATBD , Sayı 81, Belge 185.
(2) Johannes Lepsius, Deutschland and Armenian, 1914-1918 (Pots dan – 1919) s.XXVII.
(3) Wangenheim ‘den Bethmann Hollweg’e 7 Temmuz 1915, No-433. 26. Haziran 1915’te Wangenheim Kilikya’daki Katolik Ermeni Patriği ile görüşürken Bab-ı Âli’ye bir başvuruda bulunacağı vadinde bulundu. (Ulrich Trumpener: Osmanlı İmparatorluğunun Sonu ve Büyük Güçler, s.213, Tarih Vakfı İstanbul- 1999)
(4) U.Trumpener, a.g.e., s.207.
(5) Aynı Eser, s.209.
(6) Frank G. Weber : Eagles on The Crescent, s.152 ( Cornel University Press, London- USA- 1970
(7) U. Trumpener, a.g.e, s.208.
(8) Aynı Eser, s.215.
(9) Aynı Eser, s.216.
(10) Salahi Sonyel, The Great War and The Tragedy of Anatolia, p.155 (Türk Tarih Kurumu – Ankara -2000)
(11) Altan Deliorman, Türklere Karşı Ermeni Komiteleri, S.237 (3.Baskı, İstanbul –1980)
(12) Necdet Bilgi : Ermeni Tehciri ve Boğazlayan Kaymakamı Kemal Beyin Yargılanması, s.87 ( Ankara- 1999 )
(13) Cemal Kutay :Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, S.280 ( İstanbul-1980; Hüsamettin Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, S.303 (Samih Nafiz Tansu, İstanbul-1969); Ali Fuat Türkgeldi: Görüp İşittiklerim, S.202-207 (TTK Ankara –1987); Hüseyin Cahit Yalçın; Siyasal Hatıralar, s.348 – 349 (T.İş Bankası İstanbul –2000); İlhan Selçuk, Yüzbaşı Selahattin’in Romanı, 2. Kitap s.29-34 (Remzi Kitabevi, İstanbul 1981); Süreyya Ağaoğlu, Bir Ömür Böyle Geçti, S.15 ( Ağaoğlu Yayınevi- 1984 )
(14) Bilâl N. Şimşir, Malta Sürgünleri, S.273-274 (Milliyet Yayınları –1976): Rumbold’tan Curzon’a Yazı, İstanbul 16.3.1921, No.277/1983/24.
(15) Aynı Eser, S.276-277; Curzon’dan Geddes’e Şifre Tel. Londra, 3/3.1921, No.176.
(16) Aynı Eser, S.278; Geddes’ten Curzon’a Şifre Tel. Washington, 2-6-1921, No.374.
(17) Aynı Eser, S.279-280; Geddes’ten Curzon’a Washington, 13.7.1921, No.722.
Dr. M. Galip Baysan

1 yorum:

  1. "Türkiye'de bir ermeni soykırımı değil, türk ermeni vuruşması vardır" denmiş kayıtta, buna katılıyorum fakat bir taraf azınlık olunca bu da pek "dengeli" bir vuruşma kabul edilemez herhalde? Savaş denmesi için her iki tarafın da en azından temel açılardan (silah, mühimmat, cepheler, savaşan insan sayısı ve yöntem) eşit olmasa da hadi bari dengeli olması gerekir. Savaşın sonucunda gerek ölen sayısı, gerek yitirilenler (mallar, haklar..) açısından da bakmak lazım duruma. Bir ırkı topluca sürgüne yollamak, yollarda perişan etmek, yıllarca aşağılamak ve ayrımcılığa tabii tutmak "vuruşmak" değil düpedüz "planlı imha"ya giriyor. Türkiye'nin de bunu ne kadar kabul ettiği ya da etmediği pek birşeyi değiştirmiyor.

    YanıtlaSil