19 Nisan 2012 Perşembe


 https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjmj74r1vu1lkUwZXraBeMH4e2UVUZhPfrctwTI9mEP6goYoUWipzWkVHPSLHqBeOnk-GHGZRqj0fYwViU2MTJTRSfyOsuULRJlNOXKDdg3O1cG7loLtvwX7do6xYmCHTf1Dsx8V9uC9HU/s320/dolunay.jpg

TÜRK GELIN ( 5 )

….....

Bir gün nisanlisinin büyük kizkardesine, neden kendisine tuhaf davraniliyor diye sormaya karar verir. Cünkü alttan almanin bir cözüm getirmedigini, bilakis devam ettikce budala yerine konudugunu görmekteydi. Belki acikca ögrenirse, telafi edilecek bir durum ve yanlis anlasmalarin önüne gecilebilir umuduyla bu girisimde bulunur. Lakin iyi niyetli sorusuna aldigi, cevap hic de hos degildir.“ Ne yaptiginizi siz daha iyi biliyorsunuzdur „ olur. Biraz üsteleyince ögrenir. Evlerine her gidisinde onlarin evlerini temizlemesi, yemeklerini yapmasi, camasirlarini yikamasinin beklendigini ögrenir.
Bu cevaba sok olsa da bir düsünür. Nasil yapsindi; kapinin acilmasindan baska, kendisine neredeyse bir söz söylenmiyor, hele üniformasiyla gitmek zorunda olsa, sanki ciplak oturuyormus muamelesi yapiliyor olsa. Insan güleryüzle karsilandigi yerde bu beklenilenleri seveve seve yapardi ama; bu evde kendisine bir gelin degil, bir hizmetci muamelesi yapilmak isteniyordu.
Kibarca kizin annesine izah etmesi icin Pervin“ bana bir hosgeldin bile demeyerek bana o selahiyeti vermiyorsunuz ki, beni bir yabanci sifatina koydugunuz sürece benden bunu beklemeyin. Is yapmak problem degil, ama insanca davranmadiginizi da sorgulamalisiniz,degismediginiz sürece üzgünüm farkli davranamam „ der. Bu konusmadan sonra, herhalde bundan sonra en iyi cözüm dügüne kadar görüsmemek diyerek oradan ayrilir. Fakat, 2 hafta sonra, nisanlisi“ ben bizimkilere para gönderemedim bu ay, sen verebilir misin haftaya kurban bayrami? „ der. Bunun üzerine  Pervin´le anlasirlar onun parayi Önder göndermis gibi verecegine. Ne var ki, Önder telefonda aileye Pervin´e söyledigi miktardan fazlasini söylemistir. Bunu maalesef, parayi ucusa giderken kapidan vermeye gittiginde ögrenir, kaba bir sekilde. Kendini nasil tutabilmisti buna da sasirir.
"Parayi Önder gönderdi kurban bayrami icin  size"diye uzatsa, ortanca kizkardesinin terbiyesizce ifadesiyle karsi karsiya kalir. Agabeyim bize su kadar gönderdigini söyledi, paranin gerisi nerde, onun ailesi hala biziz, kendinize alamazsiniz verin paramizi gibi küstahca bir söylemle karsilasir. Kendi parasi ile bir de hirsiz olmustur Pervin. Oysa  o zaten kurban kesilmesi icin, kendinden istenen paranin bir hayra yarayacagini düsünerek ve nisanlisini mahcup etmemek, onlari da utandirmamak icin ismi anilmadan vermeye razi olmustu.
Pervin sinirlenmisti, hem görümcesine,  hem Önder´e. Kendisine söylediginin neredeyse 2 kati bir para söylemisti onlara. O kadari onu da epey zorlardi. Görümcesi ise annesinin kendisine farsca bir takim sözleri dogrultusunda bu tavirda bulunmustu; o daha hazindi. Böyle yetiskin biri, kendi cocuklarini bile kullaniyordu Pervin´i huzursuz etmek icin.
"Bir isim icin acilen kullanmak zorunda kaldim; yarin yada öbürsü gün size tekrar ugrar getiririm geri kalanini " der ve ayrilir oradan.
Simdi aradan 20 yili askin bir zaman gecmistir ama hala aile zaman zaman kendilerine gelen böyle paralarin bu kendilerine kaba davrandiklari Pervin´in parasi oldugunu bilmez. Cünkü onlarin gururuna dokunmasin diye gizli tutmustur hep. Ama ne fayda...

16 Nisan 2012 Pazartesi

HOCA ALI RIZA´NIN ESERLERI

http://img40.imageshack.us/img40/4641/fenerlisokak.jpghttp://www.webressam.net/wp-content/uploads/2009/05/cinaraltinda.jpg
  https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg0NJqwtkAtfzimbh0juBKiuct-N9mmDoG1bvP5RrNIlbdK1Eq4xyd_bWhI7AOav_RExRYYQLZ7gfz0rTtk4cv8VT-egAlXcXEwxeB7s9-UDMOfADqiJ0W2-KpAc3VGoooXa-0UTB_XEZa4/s1600/hoca-ali-riza.jpg

HOCA ALI RIZA ÜNLÜ TÜRK RESSAMLARI

Hoca Ali Rıza

Vikipedi, özgür ansiklopedi

Hoca Ali Rıza, Portre
Hoca Ali Rıza (d. 1858 Üsküdar İstanbul - ö. 1930 Üsküdar), Türk ressam
Üsküdar Rüştiyesi, ardından 1880 yılında Kuleli Askeri İdadisi (Kuleli Askeri Lisesi)'ne, girdi. Öğrenimini Mekteb-i Harbiye-i Şahane’de sürdüren Hoca Ali Rıza, Osman Nuri Paşa, Süleyman Seyyid ve Mösyö Gués gibi seçkin hocaların öğrencisi oldu. 1881 yılında Harbiye Resim Sınıfı’ndaki başarılı çalışmalarından dolayı Sultan II. Abdülhamit tarafından Nişan-i Mecidi’yle ödüllendirildi.
Hoca Ali Rıza, Otoportre
1884 yılında Harbiye’nin Menşe-i Muallim programından Piyade Mülazım-ı Sani (Teğmen) rütbesiyle mezun oldu ve öğretmeni Osman Nuri Paşa’nın yardımcılığına atandı. 1891yılında Osmanlı Devleti’nin ilk başkentlerinde inceleme çalışmaları yapan bir heyete katılarak Türk-İslam eserlerine ait görünümleri defterlerine aktardı.
1895’te Kolağası rütbesindeyken Yıldız Porselen Fabrikası’nda porselen tasarımları yaptı. 1895’te Fausto Zonaro’yla tanışan sanatçı, 1897’de Değirmendere’de resim çalışmaları yaptı.
1897’de Türk Yunan savaşını anlatan muharebe konulu resimler çalıştı. 1903 yılında Mahmut Şevket Paşa’nın isteğiyle “Eski Osmanlı” kıyafetlerini kapsayan bir albüm çalışmasına katıldı. 1903 yılında Türk Esliha-i Antika Müzesi’nin kuruluşu için oluşturulan komisyonda görevlendirilen sanatçı. 1909 yılında Baş Ressam olarak başladığı Harbiye Matbaası’nda iki yıl süre ile çalıştı.
1909 ile1912 yılları arasında Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Başkanlığı görevini sürdürürken; 1909’da Üsküdar İskele Gazinosu’nda resim sergisi düzenledi.
1910 yılında Şehzadegan sınıflarında hocalık yapan Hoca ali Rıza, 1911 yılında Kaymakam (Yarbay) rütbesindeyken emekliye oldu.
1914’te İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nde Peyzaj Muallimi olarak görev yaptı. 1917'de Maarif Nezareti’ne bağlı olan Sanayi-i Nefise Encümeni azalığına seçildi. 1918’de başladığı Çamlıca İnas Sultanisi’ (Çamlıca Kız Lisesi)’ndeki Resim Muallimliği üç yıl sürdü. 1921 Üsküdar Kız Sanayi-i Mektebi’nde Resim Muallimliği, ve 1929 yılında Sultan Ahmet Erkek Ameli Hayat Okulu’nda Muallimlik yaptı.
Karakalem ile suluboya tekniğindeki yetkinliği ve hızlı çalışma temposuyla, (beş bin gibi bir sayıya ulaşan) çok sayıda İstanbul peyzajı betimleyen, kentin mahallerini, Üsküdar’dan Bebek’e, Arnavutköy’den Burgazada’ya kadar semt yaşantılarını, kahvehaneleri, deniz kıyılarını yorumlayan sanatçı, 30 Mart 1930’da Üsküdar’da öldü. Mezarı Karacaahmettedir.

Sergileri [değiştir]

Hoca Ali Rıza, Manzara 1898
  • 1919 Dördüncü Galatasaray Sergisi
  • 1926 Çamlıca’dan Marmara'ya bir nazar ve “Çamlıca’da Namazgah” adlı tablolarıyla sekizinci Galatasaray Sergisi
  • 1927 Beykoz’da İshakağa Çeşmesi, Odam, Ayazma Sokağı, Doğancılar’da Mektep, Şeftaliler, Deniz adlı tablolarıyla onbirinci Galatasaray Sergisi
  • 1928 Celal Esad Arseven tarafından düzenlenen Paris Sergisi

15 Nisan 2012 Pazar

TÜRK GELIN( 4 )


TÜRK GELIN ( 4 )

Bir gün kayinvalidesini, oglunun vesikalik fotografina derin derin bakarken bulur evin salonunda Pervin. “ özlediniz mi oglunuzu annecigim „ diye sorar. “ Merak etmeyin ben havaalanindan telefonla arar size telefon acmasini söylerim; biraz hasret giderirsiniz . Zaten, yakinda gelecek merak etmeyin„ diye de ekler. Aslinda, kendisinin teselliye ihtiyaci olmasina karsin onun anne olarak özleminin ogluna daha cok oldugunu düsünerek, kayinvalidesini teselliye calisir. ( Tabii Pervin´in bu sözlerinin kacta kacini kayinvalidesi anlamisti o da mechuldü ya.)
Ama, onun reaksiyonuna aradan 24 sene gecmesine ragmen o günkü kadar icerleyecekti. Herhalde ömrünün sonuna kadar bu hakareti unutamayacakti. Hangi vicdandi ona bu sözleri söyleten?
Önder´in annesi elindeki oglunun vesikalik fotografini önce sevecen ifadelerle seyrederken Pervin´in sözleri üzerine halinin üzerine dogru yere savurup, tükürdükten sonra, bir de onu ifadesiyle“ pis murdar „ diye de bir küfür savurur. Pervin neye ugradigini sasirmistir. Bütün vücudunu öfke sicakligi basmisti. Pervin araya yine karisan görümcelerinin "yok öyle degil, siz yanlis anladiniz " laflarina ragmen kayinvalidesine ilk kez sesini yükselterek,bana bu sekilde davranamazsiniz, kendinize gelin. Siz ne söylediginizin farkinda misiniz,beni aptal mi sandiniz bana bunun hesabini verirsiniz der. Güya Türkce bilmeyen kayinvalide bunun üzerine biraz kendine gelir ben size degil , kendi ogluma kiziyorum diye de bozuk Türkce ile ekler. Devaminda, oglunun midesine cok düskün oldugunu, annesinin yemeklerine pek alisik oldugunu ve yol yakinken ayrilsa imis Önder´den cünkü Önder birakirmis onu eger annesinin yemegini yiyemezse. Bir de sözlerine ,benim Türk pasportum ciktiginda memleketim Cin´e gidecegim ve orada bir yil kalacagim. Ben oglumu onun icin evlendiriyorum; diye kendi mantigini dikte etmeye kalkar.
Sen benim cocuklarima bakabilir misin? diye sorar ( yani becere bilir mi idi  Pervin? Onu kast etmektedir.)
Her seferinde, yeni bir sürprizle karsilastigi gibi, simdi de bu sürprizle karsilasmistir. Kadin Pervin´in vize cikinca dügünü olacagini, esinin yanina Almanyaýa gidecegini degil, bir yil da onun cocuklarina kocasini görmeden annelik etmesini bekleye biliyordu. Oysa Pervin´in vize islemleri icin nikahi önce olmustu.
Pervin, onun belki büyük bir memleket hasreti icin de olmasini anlamaya calissa da, yine de kendi ailesinden edindigi karakterle, yine cok acik ve net bir cevapta bulunacaktir. “ Burada olsam elbette bir abla gibi bakardim; neden olmasin ama, evlendigimizde burada olmayacagim ve Almanya vizem cikar cikmazda gidecegim. „ Lakin Kayinvalidesi, "insan annesi icin böyle bir fedakarlikta bulunmaz mi? " deyince Pervin gercekten sinirlenmistir. Öfkesine hakim olmaya calisarak, su cevabi verir:“ Nisanlimin annesi olarak elbette size saygi duyuyorum, duyacagim da; ama benim zaten bir annem babam var ben buna ihtiyacim oldugu icin evlenmiyorum. Esim icin , kendi evim olsun diye evleniyorum der. Bunun üzerine Kayinvalidesi onlarin tabirinde aboooo demek olan viyeeeeey kelimesini kullanarak ellerini yüzüne kapatir. Bu ne hayasizlik diyerek salondan disari cikar ( ki bu lafi anlamistir  Pervin cünkü ayni kelime Türkce de de mevcuttu.). Sükür ki bundan sonra bir daha bu istegini dile getirmez.
Ama hep aileyi ziyarete gitse, hep onlarin beklentileri Pervin´den  bitmez, tükenmez.
…...........
Kum Tanesinden

FACE A FACE LINDA DE SUZA


WOLFSHEIM KEIN ZURÜCK


OSMAN HAMDI BEY ESERLERI


 

 http://img51.imageshack.us/img51/6115/osmanhamdibey2.jpg

MILYONLUK OSMAN HAMDI BEY ESERLERI KIMDE?

Not: B u yazi www. sabah.com.tr adresinden alinmistir.
 
 
Milyonluk Osman Hamdi kimde?
Ekonomi 13 Kasım 2010 - Cumartesi
  • Bilinen 100 tane resmi var. Çoğu gizli koleksiyonlarda, yurtdışında. Ve hiçbirinin değeri milyon liranın altında değil. Koleksiyonerler dünyasında krem tabakaya girmek için muhakkak ona sahip olmak gerekiyor. İşte Kaplumbağa Terbiyecisi'nin dahi ressamı Osman Hamdi'nin ünlü tutkunları...
    YAZAN: BURCU ALDİNÇ 
  • Onu bu kadar değerli kılan resimlerinden çok, ilk güzel sanatlar fakültesini ve çağdaş Türk müzeciliğini kurması belki de... Ancak bir meslek değil de hobi olarak seçtiği ressamlık, şimdi isminin milyonlar tarafından bilinmesinde büyük pay sahibi.

    Günümüz koleksiyonerleri, Osman Hamdi'nin Türk çağdaş sanatına verdiği hizmetleri de göz önünde bulundurarak, eserlerini bir başyapıt olarak kabul ediyor. Bugün önemli resim koleksiyonerleri listesi yapıldığında sıralamanın tepesinde her zaman Osman Hamdi tablolarına sahip isimler çıkıyor. Ömrünün önemli bir bölümünü arkeolojik kazılarda geçirdiği ve resimlerini hediye olarak da dağıttığı için, bilinen tablolarının sayısı 100'ü geçmiyor. Çoğunun yeri belli bile değil. Tabii hiçbirinin değerinin de altı sıfırlı bir çekten daha az olmadığını hatırlatayım. Peki, hem ressam hem bilim adamı olması nedeniyle Türk Leanordo da Vinci'si sayılabilecek Osman Hamdi Bey'in tabloları kimde var? Gayet tabii ülkemizin ünlü işadamlarında. İşte Osman Hamdi tutkunlarından birkaç örnek:
  • SUNA-İNAN KIRAÇ
    Suna ve İnan Kıraç iş hayatında olduğu kadar sanat yatırımlarında da Türkiye'nin önde gelen isimlerinden. Beyoğlu'ndaki Pera Müzesi Türk sanat tarihine bırakılan en büyük hizmetlerden biri. Tabii bu müzenin prestij tablosu Kaplumbağa Terbiyecisi hem kendisini hem de Osman Hamdi'yi Türkiye'ye yakından tanıtan bir başyapıt. 2004'teki müzayedede Erol Aksoy'un TMSF tarafından el konulan koleksiyonundan çıkan Kaplumbağa Terbiyecesi'nin 5 milyon liraya satılması, tüm Türkiye'de yankı yaratmıştı. Eser bugün hâlâ müzede tüm halka açık olarak sergileniyor. Kıraçlar'ın koleksiyonunda ayrıca 'İki Müzisyen Kız' adlı Osman Hamdi tablosunun da yer aldığı biliniyor.


  • SABANCI AİLESİ Rahmetli Sakıp Sabancı ülkemizin ilk büyük koleksiyoneri. Sabancı Holding ve Akbank'ın ana hissedarı Sabancı Ailesi'nin hat ve resim koleksiyonu Türkiye'nin en iyileri arasında yer alıyor. Sabancılar'ın binlerce tarihi eser ve yüzlerce tabloluk koleksiyonu içinde Osman Hamdi'nin önemli bir yeri var. Sabancı Ailesi, ressamın bilinen 100 eseri içinde 7 büyük başyapıtının sahibi. Kuran Tilaveti, Arzuhalci ve Naile Hanım portresi Sabancı Müzesi koleksiyonunda yer alan eserler arasında.

  • ERDOĞAN DEMİRÖREN Milangaz'ın sahibi Erdoğan Demirören'in son yıllarda yaptığı alımlarla Sabancı Ailesi'ni de geçerek Türkiye'nin bir numaralı koleksiyoneri olduğu konuşuluyor. 'Asla evime çağdaş resim sokmam' dediği iddia edilecek kadar klasik sanat düşkünü olduğu bilinen Demirören'in koleksiyonunda olmazsa olmazlardan biri de tabii ki Osman Hamdi. Ünlü işadamının duvarında Osman Hamdi'nin 'Rüstem Paşa Camisi Önünde' resmi eseri asılı.

  • NECATİ AKÇAĞLILAR
    TEKFEN Holding deyince akla finans ve inşaat kadar Nihat Gökyiğit, Feyyaz Berker ve Necati Akçağlılar'ın 1950'lerde başlayıp, kesintisiz sürdürdükleri arkadaşlık ve ortaklık gelir.

  • FEYYAZ BERKER
    Akçağlılar ve Feyyaz Berker sanat zevkinde de ortak. İkisi de Osman Hamdi sahibi. Ressamın 'Camiden Çıkan Sultan II' tablosu Akçağlılar, 'İlahiyatçı' adlı eserinin ise Feyyaz Berker'in koleksiyonunda olduğu biliniyor.

  • CAN HAS
    Türkiye'nin en zengin ve en hayırsever işadamlarından rahmetli Kadir Has'ın oğlu Can Has da, gerçek bir sanat tutkunu. Babasının resme olan karşıtlığı nedeniyle daha önce birkaç kez koleksiyonunu dağıtan Can Has'ın vazgeçemediği eserler arasında baş köşeyi Osman Hamdi alıyor tabii. Has'ta Osman Hamdi'nin 'Çarşaflanan Kadınlar' isimli eşsiz tablosu var.

  • HASAN ÇOLAKOĞLUDemir-çelik ve finans devi Çolakoğlu Ailesi sanat alanında Türkiye'nin en büyük koleksiyonlarından birine sahip. Türk Ekonomi Bankası'nın ana ortaklarından Çolakoğlu Ailesi'nin eserleri arasında Osman Hamdi Bey'in 'İhtiyar Balıkçı İsmailağa' ve 'Camiden Çıkan Sultan I' olduğu biliniyor.

  • MUSTAFA TAVİLOĞLU
    MUDO'nun patronu hızlı giyim zinciri dışında hızlı sanat yatırımlarında da iddialı. Yüzlerce tablosu var. Öncelikle Komet ve Erol Akyavaş gibi ünlü çağdaşları topluyor. Ancak Osman Hamdi'nin en güzel eserlerinden 'Türbe Ziyaretinde İki Genç Kız'ı da onda.

  • KULİSLER 'HANIMEFENDİ' DEDİKODUSUYLA YIKILIYOR
    Bugüne kadar satılan en pahalı Türk tablosu Osman Hamdi Bey'in İstanbul Hanımefendisi adlı eseri. 2008 yılında Londra'da Sotheby's tarafından düzenlenen açık artırmada 3 milyon 380 bin 500 sterline, yaklaşık 8 milyon liraya satılan tabloyu alan kişinin ismi ya da uyruğu açıklanmadı. Ama sanat piyasasında herkes bu tablonun ilaç sektöründe yatırımları bulunan bir Türk koleksiyonerin evinde asılı olduğunu konuşuyor.Türkiye'deki bazı müzayede evi sahipleri de bu söylentiyi doğruluyor.

OSMAN HAMDI BEY KIMDIR?

Osman Hamdi Bey

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Osman Hamdi Bey
Genel bilgiler
Doğum 30 Aralık 1842
Osmanlı İmparatorluğu İstanbul, Osmanlı Devleti
Ölüm 24 Şubat 1910
Osmanlı İmparatorluğu İstanbul, Osmanlı Devleti
Uyruk Türk
Alanı Resim, Arkeoloji, Müzecilik, Belediyecilik
Sanat eğitimi Arkeolog, Müzeci, Ressam
Ünlü yapıtları Kaplumbağa Terbiyecisi


Osman Hamdi, (d. 30 Aralık 1842, İstanbul - ö. 24 Şubat 1910 İstanbul) Türk arkeolog, müzeci, ressam ve Kadıköy'ün ilk belediye başkanı.[1] [2]
Osmanlı sadrazamlarından İbrahim Ethem Paşa’nın oğlu, müzeci Halil Ethem Bey ve nümizmat İsmail Galip Bey’in ağabeyidir.
İlk Türk arkeoloğu kabul edilir. En önemli arkeolojik kazısı 1887-1888’de gerçekleştirildiği Sayda Kral Mezarlığı (Lübnan) kazılardır. Bu kazılar sırasında dünyaca ünlü İskender Lahidi’ni bulmuştur.
Çağdaş Türk müzeciliğinin kurucusudur.İstanbul Arkeoloji Müzesi'ni kurmuş, 29 yıl müdürlüğünü yapmış ve müzeyi dünyanın sayılı müzeleri arasına sokmuştur.
Günümüzde varlığını Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi olarak sürdüren Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi'nin kurucusudur. İlk Türk ressamlarından birisidir ve Türk resminde figürlü kompozisyon kullanan ilk ressam olarak tarihe geçmiştir.[3]

Yaşamı [değiştir]

31 Aralık 1842’de İstanbul’da dünyaya geldi. Ülkenin ilk maden mühendislerinden olan babası İbrahim Ethem Bey, 1877’de sadrazamlığa kadar yükselen bir devlet adamıydı. Ailenin ikisi kız altı çocuğundan en büyüğü Osman Hamdi’dir.[4] Erkek kardeşlerinden Mustafa Bey İstanbul gümrük müdürü, İsmail Galip Bey Türkiye’de nümizmatik biliminin kurucularından biri, Halil Ethem Bey ise müzeci olmuştur.
Osman Hamdi, ilkokul öğreniminin ardından, 1856 yılında Maarif-i Adliye okuluna başladı. Oğullarının yurtdışında öğrenim görmesini isteyen babası onu birkaç yıl sonra hukuk öğrenimi için Paris'e gönderdi. Paris’te kaldığı 12 yıl boyunca hukuk öğrenimini sürdürürken o dönemin ünlü ressamlarından olan Jean-Léon Gérôme ve Boulanger'in atölyelerinde çıraklık yaparak iyi bir resim eğitimi aldı. Onun Paris’te bulunduğu dönemde Osmanlı Devleti resim öğrenimi için Şeker Ahmet Paşa ve Süleyman Seyyid’i Paris’e göndermişti. Bu üç kişi, Türk resim sanatının ilk kuşağını oluşturdu.[5] Osman Hamdi Bey, 1867 Paris Dünya Sergisi’ne bugün nerede oldukları bilinmeyen “Çingenelerin Molası”, “Pusuda Zeybek “ve “Zeybeğin Ölümü” adlı üç yapıtını gönderdi.[3] Paris’te tanışıp evlendiği Marie adlı eşi ile 10 yıl evli kaldı, Fatma ve Hayriye adlı iki kızları oldu.
Osman Hamdi Bey'in Yervant Oskan Efendi tarafından yapılan büstü.
Osman Hamdi Bey
Osman Hamdi Bey ve kızı.
Yurda döndükten sonra devletin farklı kademelerinde görev aldı. İlk görevi Bağdat İli Yabancı İşler Müdürlüğü idi. Mithat Paşa’nın Bağdat’a vali olması nedeniyle geldiği bu şehrin çeşitli görünümlerini yansıtan tablolar yaptı, Bağdat tarihi ve arkeolojisi ile ilgilendi.[6] O sırada vali Mithat Paşa’nın yardımcısı olan, geleceğin ünlü romancısı Ahmet Mithat Efendi ile tanışıp dost oldu.
İstanbul’a döndüğünde Saray Protokol Müdür Yardımcısı olan Osman Hamdi, bu sırada Viyana’da düzenlenen Uluslararası Sergi’ye komiser olarak katıldı. Viyana’da iken tanıştığı adı Marie olan bir başka Fransız hanımla ikinci evliliğini yaptı. Naile Hanım adını alan ikinci eşinden Melek, Leyla, Ethem, Nazlı adlı çocukları dünyaya geldi.
1875 yılında Kadıköy'ün ilk şehremini (belediye başkanı) olarak görevlendirildi ve bu görevi bir yıl sürdürdü[7].
Osmanlı-Rus Harbi’nden sonra devlet memurluğundan ayrılan Osman Hamdi Bey, 1881'de Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) müdürü Anton Dethier’in ölümü üzerine padişahın şahsi emri ile müze müdürlüğüne atandı.
1 Ocak 1882’de padişah II. Abdülhamit, tarafından bir başka göreve daha atandı. Türkiye’nin ilk güzel sanatlar okulu olan Sanayi-i Nefise Mektebi’nin müdürlüğü ile görevlendirilmişti. Okul binasını Mimar Vallaury ile birlikte tasarladı. Binanın inşası ve akademik kadronun kurulmasının ardından okulu 2 Mart 1883’te öğretime açtı.
Müze-i Hümayun müdürü olarak ilk işi eski eserlerin yurt dışına götürülmesini yasaklayan bir tüzük hazırlamaktı. Yürürlükte bulunan 1874 tarihli “Asar-ı Atika Nizamnamesi"ni 1883 yılında yeniden düzenledi ve yürürlüğe soktu. Bu yeni düzenleme ile Batılı ülkelere Osmanlı topraklarından eski eser kaçırılmasını önledi.
Müze müdürlüğü sırasında ilk Türk bilimsel kazılarını başlatan Osman Hamdi Bey, Nemrut Dağı, Lagina (Muğla, Yatağan) ve Sayda (Lübnan)'da arkeolojik kazılar gerçekleştirdi. Sayda’da yaptığı kazılarda bulduğu antik eserler arasında arkeoloji dünyasının başyapıtlarından sayılan İskender Lahiti de bulunmaktadır. Söz konusu eserler, İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmektedir. Osman Hamdi Bey, ona uluslar arası ün getiren bu kazılarla ilgili olarak arkeolog Salomon Reinach ile birlikte “ Une necropole a Sidon (Sayda Kral Mezarlığı)” adlı bir kitap yazmış ve 1892’de Paris’te yayımlatmıştır.[3]
Osman Hamdi Bey, yakın çevresini de çeşitli kazılarda görevlendirmişti. Oğlu Mimar Ethem Bey’in Tralles natik kentinde (Güzelhisar, Aydın) yaptığı kazılarda Roma tanrısı Artemis'e atfedilmiş bir tapınağın frizleri ile daha birçok eser ortaya çıkarıldı ve Müze-i Hümayun’a getirildi. Aydın’da Alabanda ve Sidamara antik kentlerindeki kazılarının başında kardeşi Halil Ethem Bey’i görevlendirdi. Müze Memurlarından Makridi Bey, Rakka, Boğazköy, Alacahöyük, Akalan,Langaza, Rodos, Taşöz ve Notion kazılarını yürüttü.
Osman Hamdi Bey, kazılar neticesinde artan eserleri sergileyebilmek için yeni bir bina arayışına girdi. Eserler, Aya İrini’den sonra Çinili Köşk’e taşınmıştı ancak burası da yetersiz gelmekteydi. Devrin yöneticilerini ikna ederek bugünkü İstanbul Arkeoloji Müzesi binasını inşa ettirdi. Üç aşamada tamamlanan müze binasının ilk kısmı 1899'da, ikinci kısmı 1903'de, üçüncü kısmı 1907 yılında ziyarete açıldı. Müzenin içinde fotoğrafhane, kütüphane, modelhane yaptırdı.
Müze-i Hümayun, arkeoloji ağırlıklı bir müze olmuştu. Koleksiyondaki silahlar ve askeri teçhizatlar Aya İrini’de bırakıldı ve "Esliha-i Askeriye Müzesi" adıyla düzenlendi. Bugünkü Askeri Müze’nin temeli olan bu yeni müze, 1908’de ziyarete açıldı. Osman Hamdi Bey’in İstanbul dışındaki kentlerde kurdurduğu eser depoları ilerde kurulacak bölge müzelerinin temeli oldu. Sanayi Nefise Mektebi öğrencilerinin eserlerini mektebin büyük salonunda toplayarak Güzel Sanatlar Müzesi’nin çekirdeğini oluşturmaya başladı. Tüm bu çabaları, onu çağdaş türk müzeciliğinin kurucusu yapmıştır.
Osman Hamdi Bey, müzecilik ve arkeoloji çalışmalarını sürdürürken resim yapmayı hiç bırakmadı. Resimlerini genellikle Eskihisar, Gebze’deki evinde geçirdiği yaz aylarında yaptı. Türk resminde ilk kez figürlü kompozisyonu kullanan ressamdı.[3] Resimlerinde okuyan, tartışan, özlemini duyduğu Türk aydın tipini ve dışarıya açılmış kadın imgesini ele aldı. Dekor olarak tarihi yapıları, aksesuar olarak tarihi eşyaları kullandı. "Kaplumbağa Terbiyecisi" (1906), "Silah Taciri" (1908) Osman Hamdi’nin en ilgi çeken ve özgün eserlerindendir. Birçok resmi İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Londra, Liverpool ve Boston müzelerinde sergilenmektedir.
Sanatçı, 24 Şubat 1910 tarihinde Kuruçeşme’de(İstanbul) yalısında hayatını kaybetti. Ayasofya’da kılınan cenaze namazının ardından müzenin bulunduğu Çinili Köşk’e getirilen cenazesi, vasiyeti üzerine Eskihisar’a götürülerek defnedildi. Mezarının başına Bakanlar Kurulu kararıyla iki isimsiz Selçuklu taşı kondu.[8] Sanatçının Eskihisar' daki köşkü 1987’den bu yana müze olarak hizmet verir.

Hakkında Yapılan Filmler [değiştir]

Yönetmenliğini Umut Hacıfevzioğlu'nun yaptığı senaryosunu Emre Caner'in yazdığı "Kaplumbağa Terbiyecisi" belgeseli

Eserleri [değiştir]

  • Kahve Ocağı (1879)
  • Haremden (1880)
  • İki Müzisyen Kız (1880)
  • Çarşaflanan Kadınlar (1880)
  • Vazo Yerleştiren Kız (1881)
  • Gebze Manzara (1881)
  • Kız-Tevfika (1882)
  • Türbe ziyaretinde İki Genç Kız I
  • Türbe ziyaretinde iki Genç Kız II (1890)
  • Naile Hanım Portresi
  • Mihrap (1901)
  • Feraceli Kadınlar (1904)
  • Pembe Başlıklı Kız (1904)
  • Kaplumbağa Terbiyecisi (1905)
  • Mimozalı Kadın (1906)
  • Şehzade Türbesinde Derviş (1908)
  • Silah Taciri (1908)
  • Beyaz Entarili Kız (1908)
  • Kahvedeki Bozayı (1908)
  • Çıplak (1867)

14 Nisan 2012 Cumartesi

TÜRK GELIN ( 3 )






TÜRK GELIN ( 3 )

Pervin bir telefon konusmasi sirasinda nihayet Önder´e bunu sorar:“ bu kiz kim ve özelligi ne acik söyle „ diye. Anlasilan Önder bu soruyla hic karsilasabilecegini tahmin etmemisti. Cevap vermeye bocaliyordu. Ne mazeret uydursa daha da batiyordu. Pervin´in kararli ve desen sorgusu üzerine, en nihayeti itirafta bulunur. O kizin aslinda onun ilk sevgilisi oldugunu, ona Afganistan´da bulunduklari zamanda deliler gibi asik oldugunu, hatta iki aile bunlarin evlenmelerini garanti bile görmekteyken, kizin Türkiye´ye geldiginde tavrinin degistigini, onu red ettigini hatta, cogu kez Önder´lerin artik maddi durumlarinin yerinde olmamasindan dolayi onu tersledigini anlatir. Ona neden anlatmadin, neden benim haberim yok bütün bunlardan dese, Önder artik bir ifade etmiyor benim icin deyip; Pervin´i teskin etmistir.Gerci Pervin ikna olmus görünsede, artik 3 kisilik bir evliligin icinde bulundugu korkusu her yanini kaplamisti. Esi ona bu kizdan bahsetmeyerek ilk itimatsizligi yapmisti. O telefon konusmasinda esinin ses tonundan o kiza olan ilgisinin daha bitmedigini, o kiz tarfindan red edildigi icin ikinci tercih oldugunu kavramisti. Tüm kalbiyle dua ediyordu, keske kendisi yaniliyor, esi dogru söylüyor, artik o kiza ilgisi olmamisini umuyordu.
Önder´in anlattiklarina göre, kizin annesi kayinvalidenin cok samimi arkadasidir Afganistan´dan beri, babalari kuzendir. Özellikle, kayinvalide oglunun o kizla evlenmesi israrinda bulunmustur megerse.Yakinlarda, kizin annesi bir kalp krizi sonucu hayatini kaybettiginden, Kayinvalide daha da bir kiza acimakta, daha da üzerine düsmektedir.
Pervin tüm cesaretini toplayarak Önder´e:“ eger senin icin bir sey ifade etmiyorsa o kiz artik, annenle son derece acik konusmalisin „ ; cünkü onun önünde bana karsi tavri hic de hos degil. Beni illahaki ya o kizin yaninda yada o kizin kizkardesinin yaninda beni her sey icin bile tersliyor der. Önder ilk kez Pervin´ e ve daha sonralarida yillarca degismeyecek su cevabi verir: Benim annem ona acidigindan ona ilgi gösteriyordur, benim annem seni azarlamaz, benim annem yapmaz öyle sey.
Pervin artik evlenecegine sevinemiyordu. Hangi birisine yansindi; vize icin daha dügün olmadan nikahinin olmasina mi, bu yeni ögrendigi kiz meselesiyle artik 3 kisilik bir evlilik icinde olduguna mi, kendisinin kesinlikle istenmedigi bir aileye mi gittigine, ona güvenini sarsmis bir kocasi olacagina mi?Mutsuzlugun girdabinda idi; ama nasil cikmaliydi bu girdaptan?Bosanmali miydi ama bu konuda babasinin durusu kat´i idi. Mücadele etmeliydi ama nasil? Yoksa düzelirmiydi bu durum? Bosansa nereye gidecekti. Büyük bir rezalet olacakti, en azindan kendi ailesi yaninda yer almadigi gibi, o vakit ki Türkiye sartlarinda en kötü bir secenekti. Artik bir sürü soru , bir sürü korku kafasini allak bullak ediyor; adeta nefesi daraliyordu. Cok mutsuz, cok huzursuzdu.Tek tesellisi cok sevdigi isi idi. Isinde bulundugu saatlerde, en azindan bir nebze bunlari düsünemediginden rahatliyordu. Ama ucak yere indiginde, Pervin yine kacamadigi korkulariyla yine burun buruna geliyordu.
Pervin su ziyaretleri yapmak istemese de, Önder´in "bizimkileri ziyaret etmeyi ihmal etme babam memlekte Cin´de  baslarinda kimse yok bir haber alip dur, bir seylere ihtiyaclari var mi?" israri onu cileden cikariyordu. Bu iyi niyeti anlayacak insanlar degildi muhatap oldugu ziyaretlerinde. Hele üzerinde üniformasiyla gitmis olsa kayinvalide neredeyse yolacakmis gibi bakiyordu kendisine. Istemiyordu gitmek, istenmedigi yere gitmek istemiyordu.
Neyse günler böyle gececek; is yerindeki arkadaslarinin bazilari ucusa giderken kendilerini almaya gelen servisten gördüklerinden artik Pervin´e fikirlerini söyleyip;“ kizim evlenmek icin cok mu aradin bu adamlari bu gecekondu gibi yerde oturuyorlar „ diye. Pervin ise "siz de bir ülkeye yeni gitseniz o ülkenin villalarinda oturacak degilsiniz ya" diye cevap veriyordu.
Ama esas bundan sonra; Pervin icin her sey kötülesecekti ,düzelecegi yere. Cok sürmeyecekti, anlayacakti artik, icindeki korkularin gerceklik payinin oldugunu.

13 Nisan 2012 Cuma

TÜRK GELIN ( 2 )




                                          TÜRK GELIN( 2 )
Pervin, artik cok zorlu bir hayatin icine girmisti. Hemen her hafta ucuslari elverdigi müddetce ya ucusa gitmeden önce yada sonrasinda ugruyordu aileye biraz daha tanisabilmek icin. Oysa, onlarin dillerini bilmedigi yada cogunu anlamadigi icin ayaklari geri geri gidiyordu aslinda. Hislerini belli etmemeye calisiyordu. Cünkü ziyaret etmek bir sey degildi; seve seve yapilacak seydi. Lakin, kayinvalidesinin yüzünden düsen bin parca oldugu gibi onu gördügüne memnun olmadigi her halinden belli oluyordu..Bir de bir hafta gitmeyecek olsa ogluna ondan sikayetci olmasiydi. Halbuki, onlarin evi Istanbul´un bir basinda Pervin´lerin ki diger ucunda idi. Hele isinin öncesi ve sonrasi olunca extra bir yorgunluktan baska bir sey getirmiyordu bu ziyaret. Cok yogun ucuslari vardi ve uzun ucus saatleri  de eklenince kayinvalidenin bu halden anlamaz tavri offf ya dedittirecek cinstendi.
Önceleri, kayinvalidesinin kendisini anlamadigini bunun dil sorunundan kaynaklandigini düsünse de; bunun böyle olmadigini ,aslinda Pervin´in tüm kabahatinin Türk olmus olmak oldugunu zaman ona gösterecekti.
Bazen, mimiklerinden  ya da ses tonundan kendi hakkinda hos seyler söylemedigine kanaat getirse araya giren kücük görümceleri annelerini korumaya alip; “ siz yanlis anladiniz o kelime o manada degil annem öyle söylemedi”  laflariyla günler gecer olmustu. Farkediyordu; kendisiyle az ama kaba ses tonuyla konusan kayinvalidenin sözleri, kendisine dogru cevrilmiyordu. Oysa, kendi annebabasinin ögütleri dogrultusunda zorla da olsa, en mutlu gülücügünü takinip, hicbir sey olmamis gibi, esi icin, kendi annebabasi icin, bir sürü hediyelerle kapilarini caliyordu. Itina da ediyordu, kendisine kapinin acilmasindan haric neredeyse hic konusulmuyordu.Her seferinde, Pervin imzayi attigi kagit parcasina pisman olarak evden ayriliyor; neredeyse dokunacak olsaniz aglayacak hale geliyordu.
Evde bir tek annesiyle dertlesebiliyordu. Zaten sizlanmasininda kendisine bir fayda getirmeyecegini babasi istenmeye geldigi gün cok acik bir dille ifade etmisti. Artik dönüsü olmayan bir yolda idi; yani yalniz savasci idi. Hic olmazsa, Almanya´ya gidene, dügünü olana, nihayet kendi evini kurana kadar, bu duruma sabir göstermesi icab ediyordu.
Kendi annesi, “kizim baska eve girmek baska bir dünya ya girmek gibidir. Sen ki, gercekten bambaska dünya ya girmek üzeresin hatta. Senin icinde, onlar icinde, her sey normal. Onlar seni, sen onlari taniyinca kadar sen saygi da kusur etme, onlarda  anlayacaklardir. Hem, kadin kalbinden rahatsizmis belki, keyfi o yüzden yoktur” diye kizini ön yargidan uzak tutmaya calisir.
Oysa, aileyi bizzat birebir gören ( Kayinpeder haric) kendisi oldugu icin,onun böyle olmadigini gayet iyi biliyordu. Mesleginden dolayi, genc yasina ragmen biraz insanlari tanir olmustu; cünkü günde ucakta 800-900 kisi ile yüzyüze geliyordu.
Yine böyle günlerden birinde idi. Pervin pür dikkat onlarin dillerini anlamaya calisiyor; gözüne carpan onlarin adet, sofra düzeni, ikram gibi biz Türklere degisik gelenleri hafizasina kayd etmeye calisiyordu. Her nedense her ziyarete gittiginde mutlaka birileri gelir, inceden inceye durmadan süzerlerdi onu. Aralarinda bir seyler konusurlardi hakkinda. Bazen, nedense bu laflar farscaya dönerdi ki, hic anlamasin diye. Hep merak etmisti "maugiz" lafi ne idi diye. Cünkü en cok duydugu kelime bu idi. Acaba "bu kiz" manasina mi geliyor dese görümceleri yine öyle degil diye mazeret uyduruyorlardi her seferinde. Bir müddet sonra bunu sorma geregi bile duymamaya baslamisti; cünkü bunun bu manaya geldigini coktan anlamisti. Ismi yerine bu sifatla konusulmasina icerlemisti.Hem ne idi bu kadar hakkinda konusulacak ne yapmisti bu müstakbel maugiz (Pervin).
Bir gün, bir genc kiz daha gelmistir; onun gittigi günde. Gariptir ki, yüzünde gülücükler acmistir o somurtuk kayinvalidenin yüzünde. Ilk kez o zaman fark etmisti Pervin, bu kiz baska biri idi. Cünkü kayinvalidesi konusurken Pervin´den tarafi bakip bir göz temasi bile kurmuyordu hatta onunla ilgili birsey söylerken sesinin tonu degisiyordu. Sonraki pek cok günde kayinvalide sudan sebeplerle o kizin yada o kizin kizkardesinin önünde tersliyor yada bagiriyordu ona.
Pervin, onun ne dedigini anlayamadigindan yanlis reaksiyon vermekten sakinmisti.O kiz kayinvalidenin bu tavrindan cesaret alip Pervinin kücük görümceleriyle muzipce bir seyler konusup ona dogru bakarak gülüsüyorlardi.Kayinvalide bu duruma cok kez bariz bir sekilde sahit olsa dahi hic de kimseyi uyarmamis,bilakis memnun olmustu.
Esine söz vermisti; evlendiginde kayinvalidesine anlasamadigi bir gelin degil; onun sözünü dinleyen, saygi gösteren, bir gelin olacak; cidden onu annesi gibi görecekti.Ama nafile idi cabalari. Görünen oydu ki hata yapsa cahilligine verilebilecek  Pervin degil; galiba büyüklük göstermesi gereken kayinvalide, henüz olgunlasamamis biri idi.
Artik Pervin bu durumu ve kizi acikca  Önder ile konusmaya karar vermisti. Simdiye kadar sormamakla belki gec bile kalmisti.Hayati nereye dogru gidiyor bunu ögrenmeli idi.
………………..
Kum Tanesinden

11 Nisan 2012 Çarşamba

TÜRK GELIN ( 1 )




                                                             TÜRK GELIN (1)
Pervin daha yeni evli sayilirdi. Cok da macerali olmustu evliligi. Evlenene kadar da yüregi agzina gelmisti. Hem babasini bu evlilige ikna edemezse diye telas etmis; hem de kendisinin, esinin evinde kabul görmeyecegi endisesi, bir türlü yok olmamisti icinden. Fakültedeki arkadaslik döneminde bu yöndeki endiselerini dile getirdi ise de; esi o zamanlar ona, “ bizimkiler seni cok istiyorlar "  mesele,     " senin babani nasil ikna edecegiz „ cevabi oluyordu. Cünkü, Pervin, Önder´e anlatmisti; ablasi evlenirken babasinin nasil cildirdigini; kizcagizini nasil zorda verdigini.Gerci, babasi simdi damadini cok severdi her firsatta onlari etrafina toparlar bu üc kardese“ hic darilmayin ama Adem Agabey´inizi    ( eniste) sizden bir gömlek daha fazla seviyorum „ diye  takdirini dile getirirdi.
Önder´in ailesi Türkistan´liydilar ve adetleri , dilleri neredeyse tamamen farkli idi. Bilgi olarak, ailesinin de onlarin Türk ve müslüman olmalarini bilmelerine karsilik; Pervin´in ailesi hic daha bir Türkistanli´ya o yillarda rastlamamislardi. Sayilarida zaten pek azdi. Aile ilk kez Pervin´in evlenmesi söz konusu oldugunda; onu istemeye gelindiginde birilerini yakindan görmüstü.
Pervin´de korkuyordu; ya ayak uyduramazsa; ya da onlar onu istemezse diye icinde de kötü bir his kaybolmuyordu nedense...
Babasi Pervin´in tahmin ettigi gibi kizinin mutlulugunu istemekle birlikte, pek kiymet verdigi büyük kizinin esi olan damadinin araya girmesiyle, Pervin´in Önder´le evlenmesine izin verir.
Öncesinde ise, asker emeklisi olan baba, o sert ve ciddi konusmalarindan birini yapmak üzre sirayla önce, müstakbel damadi, sonra da Pervin´i yan odaya cagirdi. Pervin alisikti kücüklükten beri babasinin bu tavrina; cünkü o konusmalarda edilen sözler son derece dikkate alinir ( kücüklerin bile) ve sözde de durulmasi gerekirdi. Bu hep böyle olmustu yine böyle olacakti elbette.
Baba, derin bir nefes aldiktan sonra yaprak gibi titreyen Pervin´e kizim simdi cok ciddi konusmanin zamani geldi diyerek söze baslar ve... Pervin´in yillarca kulaginda cinlayacak olan su cümleleri siralar: “ Kizim önce sana tesekkür ederim karsima muhatap olarak bir generali ve hatiri sayilir kisileri getirttin. Gördüm ki, oglanin isi iyi ve de efendi biri, anababasi da güzel mesleklere sahipler ülkemizde icra edemiyor olsalarda. Lakin, söz konusu kendi evladim olunca ben anlamam Türkistanli mürkistanli der. Benim gözüm anababasini tutmadi, bana kalsa; seni katiyyen vermem bunlara. Cocuk efendi biri belli, enisten bana sizin fakülteden beri arkadas oldugunuzu söylediginden; bana da fazla söz kalmamis. Simdi sana ciddi bir soru soruyorum:“ bu cocugu hakikaten istiyormusun, iyi düsün? „ diye de ekler.
Sen,  artik 20 yasina girdin; kendi kararlarini kendin verebilecek bir yastasin. Güzel bir kazancinin oldugu bir meslegin de sahibisin. Kendi ayaklarin üzerinde artik durabileceginden hic süphem yok. Lakin, bundan sonra sorumluluk, tamamen sana aittir kizim; mutlu olursan da, mutsuz olursanda. Bu evden kocanla birlikte cikar; ancak yine, kocanla birlikte girebilirsin; baska türlüsü mümkün degildir, der.Yalniz dönmeye kalkarsan; o vakit, bu evin kapisi sana kapanir. " Bu sartlarda evlenmeyi kabul ediyor musun? "diye sorusunu yineler. Pervin babasinin bu aci konusmasini hayretle dinler; o cok sevdigi babasi, nasil bu kadar kati olabilirdi ona yada olabilecekti.
Sonucta - Tamam baba, diyerek evlenmek istedigini söyler. Bunun üzerine baba, kizini istemeye gelenlere, evlenmelerine riza gösterdigini aciklayarak; hemen o gün söz kesilir ,ve yüzükler takilir cünkü damat adayi 3 gün sonra yeni isi icin Almanya´ya gidecektir.
Böylelikle artik,  Pervin´in de isinde ne kadar calisabilecegi belirlenmis oluyordu.
Akabinde, alelacele Almanya icin vize basvurusunda bulunulacak; vize cikana kadar da Pervin havayollarindaki isine devam edebilecekti.
Gerci, istemeye gelindiginde konusulmustu; isi geregi ucmasi gerekiyordu. Damat tekrar Türkiye´ye dönene kadar beklenilecekti. Sonrasinda ise, yok efendim ucmasin ya da nikahi hemen yapalim gibi söylemlere baslamislardi.Alman konsoloslugununda bir yil en az bekleme süresi sart kostugu icin de Pervin´le Önder´in en kisa zamanda  nikahinin kiyilmasina karar verilir, iki ailece ki dügün sonradan yapilacaktir. Sonucta:
Nikah kiyilmis; artik Pervin kagit üstünde de olsa evli bir kadin olmustur. Cok sevdigi Önder´i de Almanya´dadir ve radyoda ise baslamistir. Pervin ise daha bir kac kez gördügü, henüz kagit üstündeki bu esinin, ailesiyle görüsmeye, onlari her hafta ziyarete mecbur kalmistir.
...............
Kum Tanesinden

9 Nisan 2012 Pazartesi

CEMBERI KAPATMAK PAULO COELHO

Bugün, benim cok güzel buldugum, degerli bir blog arkadasimin paylasimini  sizlere sunma geregi duydum. Umarim sizlere de bu yazi ayni etkiyi yapar. Zaten Paulo Coelho´yu cok severim. Her kitabini bir kac kez okumusumdur.
Bu yaziyi Alp Cetiner´in  Kitap ve Kelimeler adli blogundan izni ile paylasmaktayim.


Çemberleri Kapatmak… Paulo Coelho’dan Yeni Yıl Yazısı…


Bir insan her zaman sahnenin bittiğinin, perdenin indiğinin farkında olmalı. Gereken zamandan daha uzun kalmak için ısrar ederdeniz, mutluluğu ve oynamamız gereken diğer sahnelerin anlamını yitiririz.
Çemberleri tamamlamak, kapıları kapatmak, bölümleri sona erdirmek – ne isim verirseniz verin; önemli olan yaşamda bitmiş olan anları arkada bırakabilmektir.
İşinizi mi kaybettiniz? İlişkiniz sona mı eriyor? Ailenizin evinden mi ayrıldınız? Yurtdışına yaşamaya mı gittiniz? Uzun süren bir dostluk aniden bitti mi? Bunun neden olduğunu düşünerek uzun zaman geçirmek mümkün.
Kendinize yaşamınızda bu denli önemli ve büyük yer tutan şeylerin bir parmak şıklatması süresinde toza dönüşmesinin nedenlerini anlamadan yaşamınızda bir adım daha atmayacağınızı söyleyebilirsiniz. Ama bu yaklaşım, yaşamınızı paylaşan herkes için dehşetli biçimde stresli olacaktır : ebeveynleriniz, eşiniz, dostlarınız, çocuklarınız, kardeşiniz.
Herkes kitabın bölümlerini kapar, yeni sayfaları açar, yaşamına devam ederken sizi durağan bir biçimde görmek hepsini kötü hissettirecektir.
Şeyler olur ve geçer, ve bazen elimizden gelen en iyi şey onların gitmesine izin vermektir.
Bu yüzden, ne kadar acı da verse, hatıralardan arınmak bazen iyidir, küçük şeyleri yok etmek, eşyaları yetimhanelere bağışlamak, kitaplarınızı satmak ya da ödünç vermek.
Bu dünyada görünür olan herşey, aslında görünmeyen dünyanın ifadesidir, yüreklerimizde yer alan şeylerin bir izdüşümü.. -Ve hatıralardan arınmak, bazen yeni hatıralar için yüreklerimizde yer açmak anlamına gelir.
Bırakın gitsinler. Azat edin onları. Arının onlardan.
Kimse hayatı işaretli iskambil kağıtları ile oynamaz, yani bazen kazanır ve bazen de kaybederiz. Geri dönüş beklemeyin her zaman, emeklerinizin takdir edilmesini, dehanızın keşfedilmenizi, aşkınızın anlaşılmasını.
Kendi duygusal televizyonunuzda aynı kanalı izlemeyi bırakın. Bir kayıptan ne kadar acı çektiğinizi gösteren o programı artık izlemeyin. O sizi sadece zehirliyor, başka bir şey değil.
Hiçbir şey, kırık aşk öykülerini kabul etmekten daha tehlikeli değildir hayatta; başlama tarihi olmayan söz verilmiş işlerden veya sizi “ideal zamanı” beklemeye sürekli mecbur eden kararlardan.
Yeni bir fasikül açılmadan, önceki bitirilmelidir: Kendinize geçmiş olanın tekrar geri gelmeyeceğini söyleyin kendinize.
Bir zamanlar o şey veya o kişi olmaksızın yaşayabildiğinizi hatırlatın – hiçbir şey yeri doldurulamaz değildir; bir alışkanlık bir ihtiyaç değildir.
Bu çok belirgin görülebilir, hatta zor olabilir, ancak çok önemlidir.
Çemberleri kapatmak. Gururunuz nedeniyle, yoksunluğunuz veya öfkeniz nedeniyle değil, artık ona hayatınızda yer kalmadığı için.
Kapıyı kapatın, müziği değiştirin, evi temizleyip tozu silkeleyin.
Eskiden olduğunuz kişi olmayı bırakın, ve şimdi olduğunuz kişiye dönüşün.
Mutlu Yıllar.
Paulo
(Çeviri: Utku Kaynar)

7 Nisan 2012 Cumartesi

ERGUVAN AGACI


Evimin önündeki Erguvan agaclari. Tam da  birinin altina  yakin yerde bir bank yapilmis.Dün ögleden sonra hava biraz günesli idi oraya oturdum biraz bahardan payimi almak icin. Basimi kaldirsam bu müthis cicek yagmurunu görüyordum, insana acayip bir huzur veriyor. Yanyana dizili bes agac ve pespembe cicek bulutunda buluyorsunuz kendinizi.  Dedim kendi kendime bahar biraz uzun sürsede su cicekler dökülmeseler,böylesi daha güzel diye...