21 Nisan 2013 Pazar

Enver Paşa’nın kişiliği hakkında ip uçları

Enver Paşa’ya Barış talebinde bulunan Sovyet Dışişleri’nin göndermiş olduğu barış heyetinin kuryesi Osman Aka’ya söylediği sözler;

“Barış, ancak Rus askerlerinin Türkistan topraklarından geri çekilmesiyle mümkündür. Kumandanları olduğum Türkler son nefeslerine kadar özgürlük ve bağımsızlık için savaşmaya ant içtiler!”

1922 yılının Mart ayı içinde Enver Paşa’ya mektup yazan ve kendisine “Siz Türksünüz ve ülkeniz düşman işgali altında. Askeri gücünüzü orada kullanırsanız, sizin için daha iyi olur” şeklinde laflar eden Buhara’daki komünist liderlerden Alimcan Akçurin’e vermiş olduğu cevap;

“Türkiye’yi kurtarabilecek nitelikte olan birçok arkadaşım var. Bundan kuşku duymayın. Orada arkadaşlarımız bütün güçleri ile mücadele ediyorlar. Bu ülke de benim anavatanımın bir parçasıdır. Buradaki hemşehrilerimin damarlarında dolaşan kan ile benim kanım aynı kandır. Bu ülke Rusların değil, sadece Türklerindir. Nasıl buradan insanlar Türkiye’yi kurtarmak için gitmişlerse, ben de burada düşmanlara karşı savaşmak için bulunmaktayım. Türkler nerede olurlarsa olsunlar hür ve bağımsız olmalıdırlar”.

Enver Paşa’nın “Türkiye’yi kurtaracak nitelikte olan bir çok arkadaşım var” dediği arkadaşları, şüphesiz başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere Kuvayı Milliye’nin subay kadrosudur. Bu düşüncedeki bir insanın, Mustafa Kemal’e karşı mücadele içinde bulunması ve bu maksatla Rusların oyuncağı olması elbette düşünülemez. Nitekim Enver Paşa, Rusların kendi şahsiyetini istismar etmeye başladıklarını anlayınca onlara karşı Türkistan halkının yanında olmuş ve onlarla omuz omuza savaşarak şehit düşmüştür.

Teşkilat-ı Mahsusa’nın lideri Kuşçubaşı Eşref Bey, Enver Paşa’nın devlet adamlığı ve asker kişiliği hakkında bazı değerlendirmelerde bulunmakta ve şöyle demektedir;

“- Enver Paşa’nın Ordu mevzuları dışındaki hadiselerle alakadar olduğuna, ittihat ve terakki içindeki iktidar kavgalarına karıştığına ve kendisi için hususi “klik” ler (entrikacı gruplar) teşkil ettiğine dair daha çok düşmanca duygularla atılan fikirler tamamen yanlış ve haksızdır. Enver Paşa, rahatça iddia edebilirim ki, sadrâzamlardan ve Hariciye Nazırlarından daha büyük basiretle, dünyanın büyük bir harbe sürüklendiğini görmüş ve Osmanlı devletinin bu harbin dışında kalabilmesinin kendi irade ve arzusunun üstünde ve haricinde, adetâ bir emrivâki olduğunapamayan Türk güçlerine karşı saldırma fırsatı bulmuştur. Enver Paşa’nın Lâkay vadisine girmesiyle birlikte, Kızıl Ordu İbrahim Bek’e yanaşarak vadiyi terk eder, böylece Enver Paşa dışlanmış olur. Gerçekten de İbrahim Bek’in birlikleri geri çekilen Sovyet sağ kol birliklerine ve İbrahim’in vekili Togay Sarı da Enver Paşa’nın birliklerine saldırır. Böylece büyük bir Rus ve Bolşevik düşmanı olan İbrahim Bek milli mücadeleye ihanet eder. Onun bencilliği Enver Paşa’nın Sovyetler tarafından imha edilmesine neden olur. Kızıl Ordu birlikleri, İbrahim Bek’e saldırmaktan vazgeçer ve düzenli olarak Enver Paşa’ya saldırmaya başlar.

Enver Paşa ile İbrahim Bek Lakay arasındaki rekabeti ve ihaneti okudukça Mustafa Kemal Paşa ile Çerkez Ethem arasındaki mücadeleyi hatırlamamak mümkün değildir. Her iki olay da benzer karakter arz etmektedir. İbrahim Bek Lakay yaklaşık 20.000 kişilik kuvvetiyle zaman zaman Enver Paşa ile de çatışarak Türkistan milli Mücadelesi’ndeki yerini alırken, Çerkez Ethem de çoğu atlı olmak üzere izah ettim. Başkumandan, bu hususta Teşkilât-ı Mahsusanın sahip olduğu vesikaları ciddiyetle tetkik etti. Bunlar, kanaat ve tezimi, hiçbir şüpheye mahal bırakmadan ispat edecek mahiyette idiler. Mısır, bütün Arap Yarım Adasını bir anda aleyhimize ayağa kaldıracak İngiliz tahriklerinin merkezi olmuştu. Su gibi İngiliz altını akıyordu. İntelligence Servis’in senelerdir hazırladığı, hususi şekilde yetiştirilmiş “Misyoner-Ajan” lar çölün en ücra köşelerine kadar sızmışlardı. Aziz-El-Mısrî, Nuri Said gibi aslen Arap olan –veya bu iddiada bulunan...-, bizim harbiyeden yetişmiş, senelerce beraber dirsek çürüttüğümüz, hattâ Trablus Garb Harbi’ne, Balkan Savaşı’na, Makedonya mücadelelerine kadar içimizde, beraberimizde, safımızda olanlar bile, bu ağın içinde idiler. Şahsen bana “vecih vermiş”* olan içeri çölün en nüfuzlu reislerinden birisinden aldığım bir mektubu Başkumandana verdim. Bu, samimi ve mert bir ruhun feryadı idi. Şöyle söyleniyordu;

Ya Eşref. Ya kadîm dost. Ya vecih verip, vecih aldığım (karşılıklı olarak sözlü teminat verip aldığım) aziz misafir. Emin ol ki, burada pek yakında bir kıyamet kopacak ve ben de, âmmeten (genel olarak) gelecek olan bu kıyam içinde, sana hasım olacağım. Kavmiyetimizin ve an’anelerimizin icap ettirdiği yolda yürümemiş olmanın hacaletini (utancını) bu diyarda kimsenin irtikâp etmeyeceğini (kötü saymayacağını) sen bilirsin. Ne yapalım ki, bu yolun icablarını (gereklerini) bize, Makam-ı Hilâfet ve Saltanat-ı Osmaniyeyi (Osmanlı saltanatını) temsil eden sizler anlatmadınız. Delilleri ve sebepleri onlar ortaya koydu. Şimdi senden “vechimi” (sözlü teminatımı) bana iade et diyorum. Bununla kalben mustaribim. Ammaki (ancak) bütün kabailin (kabile mensuplarının) ve ehibbanın (dostların) iştirâk edeceği yoldan benim ayrılmam nasıl mümkün olur? İslâmiyet’te “ve emrihüm şûra (umumi kararlara uyunuz)...” hükmü yok mudur?

Enver Paşa, izahlarımı sabırla dinledi. Hayatımın en hareketli senelerini aralarında geçirdiğim, ananelerini yakından bildiğim bu halkın ve bu ülkelerin artık bizim için kaybedilmekte olduğunu anlıyordum. Fakat benim bu idrâkimi mes’ul makam sahiplerine olduğu gibi kabul ettirebilmek, şahsım için besledikleri sonsuz itimada rağmen çok zor, adetâ imkânsızdı. Çünkü “resmî makamlar” devamlı olarak aksini iddia ediyorlardı. Karar mevkiinde olanlar ise, bu resmi makamların kendilerine ilettikleri güzel ve uyuşturucu haberlere değer vermeye mütemayil idiler. Yapılacak ne vardı? Bu, ayrı bir meseledir: Fakat, Mekke Şerifi Hüseyin Paşanın isyana hazırlandığı, Cemal Paşaya da, daha sonra Enver paşaya da bizzat benim tarafımdan haber verilmiştir. Haberlerim, aslâ ihtimallere dayanmıyordu. Fakat Cemal Paşa, kendilerinden Allah ve Resûl namına aldığı yemini kâfi manevî teminat, Medine civarında aldırılan askerî tedbirleri de yeter maddi garanti addetmişti. Hata burada idi ve bizzat Cemal Paşanın hâtıratında itiraf ettiği üzere bu hata, bütün Arabistan’ın en kötü şartlar içinde elden çıkmasına sebep oldu. Hem de, uğruna yüz binler, hayır milyonlarca Türk yavrusunu feda ettiğimiz bu topraklardan, arkamızda sebepsiz kin duyguları bırakarak! Türk’ün mâruz kaldığı zulmün intikamını ise, insanların adaleti değil, Allah’ın adaleti aldı: Bizi, arkamızdan vuran, Mehmetçiğe ne İngilizlerin tenezzül ettiği, ne Fransızların revâ gördüğü işkenceyi, gözü dönmüş olarak yapmış bu nankör Şerif ailesinin bütün fertleri, ya hüsran içinde öldüler, ya parçalandılar, ya beklenmedik feci kazaların kurbanı oldular, ya bizzat kendi tebaaları tarafından katledildiler. Onlara katılanlar da aynı akıbete uğradı. Türk’ün âhı yanlarında kalmadı.” (Cemal Kutay, age, s. 137-145)

Eşref Bey, bu toplantıda Harbiye Nazırı Enver Paşaya yapmış olduğu ve Şair Mehmed Akif ile Enver Paşa’nın Arap Dünyası’ndan sorumlu müşaviri Şeyh Şerif Salih El Tunusî’nin de yer alacağı ikna ve istihbarat ekibinin oluşmasına sebep olan teklifini de şöyle açıklıyor:

“-Benim Şahsî kanaatim, her şeyin daha kaybolmadığı merkezindedir. Şerif Hüseyin Paşa, oğullarıyla beraber yakında isyan edecektir. Fırsat kollamaktadır. Bu ayaklanmanın tarihini de, İngiliz makamları tespit edeceklerdir. Çünkü kendisi, İngiltere’nin başlayacağı askerî harekâtın bir faslının muvaffakiyetle neticelenmesi vazifesiyle karşı karşıyadır. Teşkilât-ı Mahsusa’nın dosyalarında, oğullarının harbin başlamasından çok evvel, Mısır’daki İngiliz selâhiyettar (yetkili) şahsiyetleriyle yaptıkları anlaşmalara dair inanılacak izahat vardır. Benim için dava, Mekke Emîri’nin isyanı sırasında, onun tesir ve nüfuzu dışında kalabilecek mıntıkaların şimdilik bîtaraflığını temin etmektir. Müsaade ederseniz, telkin ve irşad bahsinde selâhiyet ve kıymetlerine bütün İslâm âleminin itimat ettiği şahsiyetlerinden mütevazı bir heyet teşkil ederek Necid ve Hicaz mıntıkalarına gitmek arzusundayım. Onlar, telkinleriyle ve irşatlarıyla meşgul olurlarken, ben de, asıl vazifemin nasıl başarılabileceğini tetkik etmiş olacağım. Çünkü Paşam, emin olunuz. Bir gün gelecek siz de bana hak vereceksiniz ve bugünden tavsiye ettiğim tedbirleri alacaksınız, hatta bunu yine benden isteyeceksiniz amma, korkarım ki iş işten geçecektir.” (Cemal Kutay, age, 145-6)

Teşkilât-ı Mahsusa Reisi Eşref Bey’in, Enver Paşa ile görüşmeleri sırasında heyettekiler hakkında bilgi verirken kendisine “Aman Eşref Bey. Benim hem Başyaverimi, hem de Arap ve Afrika işlerimin müşavirini alıyorsunuz.” diyen Enver Paşa’ya karşı vermiş olduğu “Paşa Hazretleri. Mümkün olsa Padişahı da beraberime alabilsem de götürsem. Hicaz’da patlayacak felâket, bize bütün Arabistan’ı elden çıkartacak görünür. Cemal Paşa ile aramızdaki ihtilaf devam ediyor. Bütün kalbimle temenni ederim ki ben haksız çıkayım. Fakat maalesef vaziyet böyle gözükmüyor. Bir an evvel biz yola çıkmak zaruretindeyiz ve çok rica ederim. Size de çok lâzım olduklarını bildiğim bu arkadaşlarımı benden ayırmayınız.” (Cemal Kutay, Necid Çöllerinde Mehmet Akif, Tarih Yayınları Müessesesi, s.44, İstanbul, 1963)

Şeklindeki sözlerinden Enver Paşa’nın Teşkilat-ı Mahsusa’nın çalışmalarına elinden gelen her türlü desteği verdiğini ve bu teşkilatın yapmış olduğu çalışmalara çok büyük değer verdiğini de göstermektedir. Zaten Teşkilat-ı Mahsusa, direkt kendisine bağlı olarak çalışan bir örgüttü ve bu örgütün çalışmalarını, Enver Paşa ve birkaç kişi dışında Padişah bile bilmezdi.

Sözlükler “Kahraman” kelimesine;

“Savaşta veya tehlikeli bir durumda yararlık gösteren kimse, alp, yiğit. Bir olayda önemli yeri olan kimse.” (Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayını, Ankara, 1998)

“Yiğitliği, gözü pekliği, üstün nitelikleriyle dikkati çeken kimse; yiğit, batur, alp” (Büyük Larousse, c.12, s.6190, Milliyet Yayınları, İstanbul)

Şeklinde anlam vermektedirler. “Serdengeçti” kelimesini ise “Fedai” (Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayını, Ankara, 1998)

“Osmanlı Ordusu’nda fedai ve gönüllü askerlere verilen ad -Ölüm eri ya da dalkılıç da denirdi-. Serdengeçti birliklerinin görevleri, düşmana baskın düzenlemek, düşman ordusu içine beklenmedik saldırılarda bulunarak karşı tarafın moralini çökertmek, kuşatma sırasında bir kalenin ele geçirilmesi için ön hareketi gerçekleştirmek, düşman kuşatmasının yarılmasında öncülük etmek, düşmanın her türlü yığınını ortadan kaldırarak savaş gücünü azaltmak vb. idi”. (Büyük Larousse, c.12, s.6190, Milliyet Yayınları, İstanbul)

Şeklinde tanımlamaktadırlar. Kanaatimizce “Kahraman” kelimesini kahra katlanan adam ve çileyi kendisine yoldaş etmiş insan olarak tarif etmek de mümkündür. “Serdengeçti” kelimesini ise, mukaddes hedefler için kelle koltuğunda savaşan insan olarak tanımlamak pekâlâ mümkündür.

“Ser” kelimesinin Farsça’da “baş ve kelle” anlamlarına geldiğini düşünürsek, “Serdengeçti”yi, inanmış olduğu dava uğruna başını vermeye hazır kimse olarak kabul edebiliriz. Kahraman ve Serdengeçti sıfatlarını üst üste koyarak bir kişiyi tanımlayacak olursak bu kişinin, yiğit, cesur, atak, hırslı, mücadeleci, güzü pek, fedakâr, inanmış olduğu davaya sonuna kadar bağlı ve bu dava için canını seve seve vermeye hazır, vatansever ve milliyetçi olması en önde gelen vasıfları olmak gerekir.

Bu yazıyı “adam sende” deyip dudak bükmeksizin dikkatlice okuyup, okuduklarını önyargılarından arınmış olarak değerlendiren bir kişinin, Şehit Enver Paşa’nın “Kahraman” ve “Serdengeçti” sıfatlarıyla birebir örtüştüğünü görmemesi mümkün değildir. Çünkü Enver Paşa, İtalyanların Trablusgarp ve Bingazi’yi işgal etmeleri üzerine (Mustafa Kemal de dahil olmak üzere) bir grup arkadaşıyla birlikte gizlice Trablusgarp’a gidip çok başarılı vur kaç savaşları yapacak kadar idealist, Harbiye Nazırı olan eniştesi Nazım Paşa’yı (Yakup Cemil Bey’e) vurup öldürtecek ve (çoğu zaman kendi kendisini terfi ettirmiş olsa da) kısa zamanda terfi edip 34 yaşında Osmanlı’nın Harbiye Nazırı olacak kadar hırslı ve azimkâr, Osmanlı’dan gasp ettikleri toprakları paylaşmak için birbirleriyle savaşa tutuşan Balkan ülkelerinin bu karışıklığından istifade ederek Padişahtan ferman beklemeksizin tek başına vermiş olduğu bir kararla Serhat Şehri Edirne’yi geri alacak kadar atak ve dirayetli bir insandır.

Sarıkamış Harekatı sırasında Aralık Ayı’nın –40 derece soğuğunda ve iyi bilmediği bir coğrafyada gecenin zifiri karanlığında Rus birlikleriyle kuşatılmış vadiler boyunca birkaç kişilik maiyetiyle birlikte at sürecek kadar cesur ve korkusuz, Türkistan’a gidip oradaki soydaşlarımızın bağımsızlıkları için mücadele edecek kadar milliyetçi, Rus mitralyözlerine karşı yalınkılıç hücuma kalkacak kadar yiğit ve nihayet inanmış olduğu mukaddes dava (ki; bu dava Uluğ Türkistan’ın istiklaline kavuşması davasıdır) uğruna en seçkin Rus askerlerinden müteşekkil ÇEKA’nın (KGB’nin çekirdeği olan birim) kılıçlarına başını feda edecek kadar fedakârlık gösteren bir karakterdir.

Bu yönüyle Enver Paşa, sanki Türk Tarihi’nin derinliklerinden fışkırıp adeta bir destan bırakmak için 20. yüzyıla fırlatılmış bir kahraman gibidir. Onun, maiyetindeki 30 Türk serdengeçtisiyle Rus makineli tüfeklerine karşı yapmış olduğu kılıç taarruzu, tıpkı 40 arkadaşıyla birlikte Vu Nehri’nin kenarındaki Çin Sarayı’nı basarak Çin İmparatoru’nu yakalamaya ramak kala arkadaşlarıyla birlikte şehit edilen Kür Şad’ı andırmaktadır. İstanbul surlarına tırmanarak Türk Bayrağı’nı surlara diken ve sonra da Bizanslıların atmış olduğu oklarla surlara dikmiş olduğu bu bayrağın altında şehit düşen Ulubatlı Hasan’ı ve Çanakkale Savaşları’nda 250 kiloluk top mermisini tek başına kaldırıp topa yerleştiren Havranlı Seyit Onbaşı’yı çağrıştırmaktadır. Enver Paşa, bireysel kahramanların kaybolup gittiği ve bu tür kahramanlıkların artık para etmediği günümüz dünyasına 87 yıl ötesinden göz kırpan bir yıldız gibidir adeta.

Biz bu işi, dürüst tarihçilere havale ederken; (manevi huzurunda saygı ile eğiliyorum demekle eğer bir görev ifa edilmiş sayılıyorsa) 4 Ağustos 1922 tarihinde yedikleri baskın üzerine 30 arkadaşıyla birlikte kılıçlarını çekerek Ruslara hücum eden, ancak Rusların makineli tüfek taraması neticesinde 30 arkadaşıyla birlikte vücuduna 5 kurşun isabet ederek şehit düşen (sonra da kılıçla başı gövdesinden ayrılan) bu büyük ve kahraman vatan evladının hatırası önünde saygıyla eğiliyor, yıllar sonra da olsa bedenini Tacikistan’dan getirerek İstanbul’daki Hürriyeti Ebediye Tepesi’nde bulunan Talat Paşa’nın kabri yanında Resmi Devlet Töreni ile defneden zihniyete sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz.

(Kaynaklar yazının içerisinde verilmiştir. )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder