Enver Paşa’nın kişiliği hakkında ip uçları
Enver Paşa’ya Barış talebinde bulunan Sovyet Dışişleri’nin göndermiş
olduğu barış heyetinin kuryesi Osman Aka’ya söylediği sözler;
“Barış, ancak Rus askerlerinin Türkistan topraklarından geri
çekilmesiyle mümkündür. Kumandanları olduğum Türkler son nefeslerine
kadar özgürlük ve bağımsızlık için savaşmaya ant içtiler!”
1922 yılının Mart ayı içinde Enver
Paşa’ya mektup yazan ve kendisine “Siz Türksünüz ve ülkeniz düşman
işgali altında. Askeri gücünüzü orada kullanırsanız, sizin için daha iyi
olur” şeklinde laflar eden Buhara’daki komünist liderlerden Alimcan
Akçurin’e vermiş olduğu cevap;
“Türkiye’yi kurtarabilecek
nitelikte olan birçok arkadaşım var. Bundan kuşku duymayın. Orada
arkadaşlarımız bütün güçleri ile mücadele ediyorlar. Bu ülke de benim
anavatanımın bir parçasıdır. Buradaki hemşehrilerimin damarlarında
dolaşan kan ile benim kanım aynı kandır. Bu ülke Rusların değil, sadece
Türklerindir. Nasıl buradan insanlar Türkiye’yi kurtarmak için
gitmişlerse, ben de burada düşmanlara karşı savaşmak için bulunmaktayım.
Türkler nerede olurlarsa olsunlar hür ve bağımsız olmalıdırlar”.
Enver Paşa’nın “Türkiye’yi kurtaracak nitelikte olan bir çok arkadaşım
var” dediği arkadaşları, şüphesiz başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere
Kuvayı Milliye’nin subay kadrosudur. Bu düşüncedeki bir insanın, Mustafa
Kemal’e karşı mücadele içinde bulunması ve bu maksatla Rusların
oyuncağı olması elbette düşünülemez. Nitekim Enver Paşa, Rusların kendi
şahsiyetini istismar etmeye başladıklarını anlayınca onlara karşı
Türkistan halkının yanında olmuş ve onlarla omuz omuza savaşarak şehit
düşmüştür.
Teşkilat-ı Mahsusa’nın lideri Kuşçubaşı Eşref Bey,
Enver Paşa’nın devlet adamlığı ve asker kişiliği hakkında bazı
değerlendirmelerde bulunmakta ve şöyle demektedir;
“- Enver
Paşa’nın Ordu mevzuları dışındaki hadiselerle alakadar olduğuna, ittihat
ve terakki içindeki iktidar kavgalarına karıştığına ve kendisi için
hususi “klik” ler (entrikacı gruplar) teşkil ettiğine dair daha çok
düşmanca duygularla atılan fikirler tamamen yanlış ve haksızdır. Enver
Paşa, rahatça iddia edebilirim ki, sadrâzamlardan ve Hariciye
Nazırlarından daha büyük basiretle, dünyanın büyük bir harbe
sürüklendiğini görmüş ve Osmanlı devletinin bu harbin dışında
kalabilmesinin kendi irade ve arzusunun üstünde ve haricinde, adetâ bir
emrivâki olduğunapamayan Türk güçlerine karşı saldırma fırsatı
bulmuştur. Enver Paşa’nın Lâkay vadisine girmesiyle birlikte, Kızıl Ordu
İbrahim Bek’e yanaşarak vadiyi terk eder, böylece Enver Paşa dışlanmış
olur. Gerçekten de İbrahim Bek’in birlikleri geri çekilen Sovyet sağ kol
birliklerine ve İbrahim’in vekili Togay Sarı da Enver Paşa’nın
birliklerine saldırır. Böylece büyük bir Rus ve Bolşevik düşmanı olan
İbrahim Bek milli mücadeleye ihanet eder. Onun bencilliği Enver Paşa’nın
Sovyetler tarafından imha edilmesine neden olur. Kızıl Ordu birlikleri,
İbrahim Bek’e saldırmaktan vazgeçer ve düzenli olarak Enver Paşa’ya
saldırmaya başlar.
Enver Paşa ile İbrahim Bek Lakay arasındaki
rekabeti ve ihaneti okudukça Mustafa Kemal Paşa ile Çerkez Ethem
arasındaki mücadeleyi hatırlamamak mümkün değildir. Her iki olay da
benzer karakter arz etmektedir. İbrahim Bek Lakay yaklaşık 20.000
kişilik kuvvetiyle zaman zaman Enver Paşa ile de çatışarak Türkistan
milli Mücadelesi’ndeki yerini alırken, Çerkez Ethem de çoğu atlı olmak
üzere izah ettim. Başkumandan, bu hususta Teşkilât-ı Mahsusanın sahip
olduğu vesikaları ciddiyetle tetkik etti. Bunlar, kanaat ve tezimi,
hiçbir şüpheye mahal bırakmadan ispat edecek mahiyette idiler. Mısır,
bütün Arap Yarım Adasını bir anda aleyhimize ayağa kaldıracak İngiliz
tahriklerinin merkezi olmuştu. Su gibi İngiliz altını akıyordu.
İntelligence Servis’in senelerdir hazırladığı, hususi şekilde
yetiştirilmiş “Misyoner-Ajan” lar çölün en ücra köşelerine kadar
sızmışlardı. Aziz-El-Mısrî, Nuri Said gibi aslen Arap olan –veya bu
iddiada bulunan...-, bizim harbiyeden yetişmiş, senelerce beraber dirsek
çürüttüğümüz, hattâ Trablus Garb Harbi’ne, Balkan Savaşı’na, Makedonya
mücadelelerine kadar içimizde, beraberimizde, safımızda olanlar bile, bu
ağın içinde idiler. Şahsen bana “vecih vermiş”* olan içeri çölün en
nüfuzlu reislerinden birisinden aldığım bir mektubu Başkumandana verdim.
Bu, samimi ve mert bir ruhun feryadı idi. Şöyle söyleniyordu;
Ya Eşref. Ya kadîm dost. Ya vecih verip, vecih aldığım (karşılıklı
olarak sözlü teminat verip aldığım) aziz misafir. Emin ol ki, burada pek
yakında bir kıyamet kopacak ve ben de, âmmeten (genel olarak) gelecek
olan bu kıyam içinde, sana hasım olacağım. Kavmiyetimizin ve
an’anelerimizin icap ettirdiği yolda yürümemiş olmanın hacaletini
(utancını) bu diyarda kimsenin irtikâp etmeyeceğini (kötü saymayacağını)
sen bilirsin. Ne yapalım ki, bu yolun icablarını (gereklerini) bize,
Makam-ı Hilâfet ve Saltanat-ı Osmaniyeyi (Osmanlı saltanatını) temsil
eden sizler anlatmadınız. Delilleri ve sebepleri onlar ortaya koydu.
Şimdi senden “vechimi” (sözlü teminatımı) bana iade et diyorum. Bununla
kalben mustaribim. Ammaki (ancak) bütün kabailin (kabile mensuplarının)
ve ehibbanın (dostların) iştirâk edeceği yoldan benim ayrılmam nasıl
mümkün olur? İslâmiyet’te “ve emrihüm şûra (umumi kararlara uyunuz)...”
hükmü yok mudur?
Enver Paşa, izahlarımı sabırla dinledi.
Hayatımın en hareketli senelerini aralarında geçirdiğim, ananelerini
yakından bildiğim bu halkın ve bu ülkelerin artık bizim için
kaybedilmekte olduğunu anlıyordum. Fakat benim bu idrâkimi mes’ul makam
sahiplerine olduğu gibi kabul ettirebilmek, şahsım için besledikleri
sonsuz itimada rağmen çok zor, adetâ imkânsızdı. Çünkü “resmî makamlar”
devamlı olarak aksini iddia ediyorlardı. Karar mevkiinde olanlar ise, bu
resmi makamların kendilerine ilettikleri güzel ve uyuşturucu haberlere
değer vermeye mütemayil idiler. Yapılacak ne vardı? Bu, ayrı bir
meseledir: Fakat, Mekke Şerifi Hüseyin Paşanın isyana hazırlandığı,
Cemal Paşaya da, daha sonra Enver paşaya da bizzat benim tarafımdan
haber verilmiştir. Haberlerim, aslâ ihtimallere dayanmıyordu. Fakat
Cemal Paşa, kendilerinden Allah ve Resûl namına aldığı yemini kâfi
manevî teminat, Medine civarında aldırılan askerî tedbirleri de yeter
maddi garanti addetmişti. Hata burada idi ve bizzat Cemal Paşanın
hâtıratında itiraf ettiği üzere bu hata, bütün Arabistan’ın en kötü
şartlar içinde elden çıkmasına sebep oldu. Hem de, uğruna yüz binler,
hayır milyonlarca Türk yavrusunu feda ettiğimiz bu topraklardan,
arkamızda sebepsiz kin duyguları bırakarak! Türk’ün mâruz kaldığı zulmün
intikamını ise, insanların adaleti değil, Allah’ın adaleti aldı: Bizi,
arkamızdan vuran, Mehmetçiğe ne İngilizlerin tenezzül ettiği, ne
Fransızların revâ gördüğü işkenceyi, gözü dönmüş olarak yapmış bu nankör
Şerif ailesinin bütün fertleri, ya hüsran içinde öldüler, ya
parçalandılar, ya beklenmedik feci kazaların kurbanı oldular, ya bizzat
kendi tebaaları tarafından katledildiler. Onlara katılanlar da aynı
akıbete uğradı. Türk’ün âhı yanlarında kalmadı.” (Cemal Kutay, age, s.
137-145)
Eşref Bey, bu toplantıda Harbiye Nazırı Enver Paşaya
yapmış olduğu ve Şair Mehmed Akif ile Enver Paşa’nın Arap Dünyası’ndan
sorumlu müşaviri Şeyh Şerif Salih El Tunusî’nin de yer alacağı ikna ve
istihbarat ekibinin oluşmasına sebep olan teklifini de şöyle açıklıyor:
“-Benim Şahsî kanaatim, her şeyin daha kaybolmadığı merkezindedir.
Şerif Hüseyin Paşa, oğullarıyla beraber yakında isyan edecektir. Fırsat
kollamaktadır. Bu ayaklanmanın tarihini de, İngiliz makamları tespit
edeceklerdir. Çünkü kendisi, İngiltere’nin başlayacağı askerî harekâtın
bir faslının muvaffakiyetle neticelenmesi vazifesiyle karşı karşıyadır.
Teşkilât-ı Mahsusa’nın dosyalarında, oğullarının harbin başlamasından
çok evvel, Mısır’daki İngiliz selâhiyettar (yetkili) şahsiyetleriyle
yaptıkları anlaşmalara dair inanılacak izahat vardır. Benim için dava,
Mekke Emîri’nin isyanı sırasında, onun tesir ve nüfuzu dışında
kalabilecek mıntıkaların şimdilik bîtaraflığını temin etmektir. Müsaade
ederseniz, telkin ve irşad bahsinde selâhiyet ve kıymetlerine bütün
İslâm âleminin itimat ettiği şahsiyetlerinden mütevazı bir heyet teşkil
ederek Necid ve Hicaz mıntıkalarına gitmek arzusundayım. Onlar,
telkinleriyle ve irşatlarıyla meşgul olurlarken, ben de, asıl vazifemin
nasıl başarılabileceğini tetkik etmiş olacağım. Çünkü Paşam, emin
olunuz. Bir gün gelecek siz de bana hak vereceksiniz ve bugünden tavsiye
ettiğim tedbirleri alacaksınız, hatta bunu yine benden isteyeceksiniz
amma, korkarım ki iş işten geçecektir.” (Cemal Kutay, age, 145-6)
Teşkilât-ı Mahsusa Reisi Eşref Bey’in, Enver Paşa ile görüşmeleri
sırasında heyettekiler hakkında bilgi verirken kendisine “Aman Eşref
Bey. Benim hem Başyaverimi, hem de Arap ve Afrika işlerimin müşavirini
alıyorsunuz.” diyen Enver Paşa’ya karşı vermiş olduğu “Paşa Hazretleri.
Mümkün olsa Padişahı da beraberime alabilsem de götürsem. Hicaz’da
patlayacak felâket, bize bütün Arabistan’ı elden çıkartacak görünür.
Cemal Paşa ile aramızdaki ihtilaf devam ediyor. Bütün kalbimle temenni
ederim ki ben haksız çıkayım. Fakat maalesef vaziyet böyle gözükmüyor.
Bir an evvel biz yola çıkmak zaruretindeyiz ve çok rica ederim. Size de
çok lâzım olduklarını bildiğim bu arkadaşlarımı benden ayırmayınız.”
(Cemal Kutay, Necid Çöllerinde Mehmet Akif, Tarih Yayınları Müessesesi,
s.44, İstanbul, 1963)
Şeklindeki sözlerinden Enver Paşa’nın
Teşkilat-ı Mahsusa’nın çalışmalarına elinden gelen her türlü desteği
verdiğini ve bu teşkilatın yapmış olduğu çalışmalara çok büyük değer
verdiğini de göstermektedir. Zaten Teşkilat-ı Mahsusa, direkt kendisine
bağlı olarak çalışan bir örgüttü ve bu örgütün çalışmalarını, Enver Paşa
ve birkaç kişi dışında Padişah bile bilmezdi.
Sözlükler “Kahraman” kelimesine;
“Savaşta veya tehlikeli bir durumda yararlık gösteren kimse, alp,
yiğit. Bir olayda önemli yeri olan kimse.” (Türkçe Sözlük, Türk Dil
Kurumu Yayını, Ankara, 1998)
“Yiğitliği, gözü pekliği, üstün
nitelikleriyle dikkati çeken kimse; yiğit, batur, alp” (Büyük Larousse,
c.12, s.6190, Milliyet Yayınları, İstanbul)
Şeklinde anlam vermektedirler. “Serdengeçti” kelimesini ise “Fedai” (Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayını, Ankara, 1998)
“Osmanlı Ordusu’nda fedai ve gönüllü askerlere verilen ad -Ölüm eri ya
da dalkılıç da denirdi-. Serdengeçti birliklerinin görevleri, düşmana
baskın düzenlemek, düşman ordusu içine beklenmedik saldırılarda
bulunarak karşı tarafın moralini çökertmek, kuşatma sırasında bir
kalenin ele geçirilmesi için ön hareketi gerçekleştirmek, düşman
kuşatmasının yarılmasında öncülük etmek, düşmanın her türlü yığınını
ortadan kaldırarak savaş gücünü azaltmak vb. idi”. (Büyük Larousse,
c.12, s.6190, Milliyet Yayınları, İstanbul)
Şeklinde
tanımlamaktadırlar. Kanaatimizce “Kahraman” kelimesini kahra katlanan
adam ve çileyi kendisine yoldaş etmiş insan olarak tarif etmek de
mümkündür. “Serdengeçti” kelimesini ise, mukaddes hedefler için kelle
koltuğunda savaşan insan olarak tanımlamak pekâlâ mümkündür.
“Ser” kelimesinin Farsça’da “baş ve kelle” anlamlarına geldiğini
düşünürsek, “Serdengeçti”yi, inanmış olduğu dava uğruna başını vermeye
hazır kimse olarak kabul edebiliriz. Kahraman ve Serdengeçti sıfatlarını
üst üste koyarak bir kişiyi tanımlayacak olursak bu kişinin, yiğit,
cesur, atak, hırslı, mücadeleci, güzü pek, fedakâr, inanmış olduğu
davaya sonuna kadar bağlı ve bu dava için canını seve seve vermeye
hazır, vatansever ve milliyetçi olması en önde gelen vasıfları olmak
gerekir.
Bu yazıyı “adam sende” deyip dudak bükmeksizin
dikkatlice okuyup, okuduklarını önyargılarından arınmış olarak
değerlendiren bir kişinin, Şehit Enver Paşa’nın “Kahraman” ve
“Serdengeçti” sıfatlarıyla birebir örtüştüğünü görmemesi mümkün
değildir. Çünkü Enver Paşa, İtalyanların Trablusgarp ve Bingazi’yi işgal
etmeleri üzerine (Mustafa Kemal de dahil olmak üzere) bir grup
arkadaşıyla birlikte gizlice Trablusgarp’a gidip çok başarılı vur kaç
savaşları yapacak kadar idealist, Harbiye Nazırı olan eniştesi Nazım
Paşa’yı (Yakup Cemil Bey’e) vurup öldürtecek ve (çoğu zaman kendi
kendisini terfi ettirmiş olsa da) kısa zamanda terfi edip 34 yaşında
Osmanlı’nın Harbiye Nazırı olacak kadar hırslı ve azimkâr, Osmanlı’dan
gasp ettikleri toprakları paylaşmak için birbirleriyle savaşa tutuşan
Balkan ülkelerinin bu karışıklığından istifade ederek Padişahtan ferman
beklemeksizin tek başına vermiş olduğu bir kararla Serhat Şehri
Edirne’yi geri alacak kadar atak ve dirayetli bir insandır.
Sarıkamış Harekatı sırasında Aralık Ayı’nın –40 derece soğuğunda ve iyi
bilmediği bir coğrafyada gecenin zifiri karanlığında Rus birlikleriyle
kuşatılmış vadiler boyunca birkaç kişilik maiyetiyle birlikte at sürecek
kadar cesur ve korkusuz, Türkistan’a gidip oradaki soydaşlarımızın
bağımsızlıkları için mücadele edecek kadar milliyetçi, Rus
mitralyözlerine karşı yalınkılıç hücuma kalkacak kadar yiğit ve nihayet
inanmış olduğu mukaddes dava (ki; bu dava Uluğ Türkistan’ın istiklaline
kavuşması davasıdır) uğruna en seçkin Rus askerlerinden müteşekkil
ÇEKA’nın (KGB’nin çekirdeği olan birim) kılıçlarına başını feda edecek
kadar fedakârlık gösteren bir karakterdir.
Bu yönüyle Enver
Paşa, sanki Türk Tarihi’nin derinliklerinden fışkırıp adeta bir destan
bırakmak için 20. yüzyıla fırlatılmış bir kahraman gibidir. Onun,
maiyetindeki 30 Türk serdengeçtisiyle Rus makineli tüfeklerine karşı
yapmış olduğu kılıç taarruzu, tıpkı 40 arkadaşıyla birlikte Vu Nehri’nin
kenarındaki Çin Sarayı’nı basarak Çin İmparatoru’nu yakalamaya ramak
kala arkadaşlarıyla birlikte şehit edilen Kür Şad’ı andırmaktadır.
İstanbul surlarına tırmanarak Türk Bayrağı’nı surlara diken ve sonra da
Bizanslıların atmış olduğu oklarla surlara dikmiş olduğu bu bayrağın
altında şehit düşen Ulubatlı Hasan’ı ve Çanakkale Savaşları’nda 250
kiloluk top mermisini tek başına kaldırıp topa yerleştiren Havranlı
Seyit Onbaşı’yı çağrıştırmaktadır. Enver Paşa, bireysel kahramanların
kaybolup gittiği ve bu tür kahramanlıkların artık para etmediği günümüz
dünyasına 87 yıl ötesinden göz kırpan bir yıldız gibidir adeta.
Biz bu işi, dürüst tarihçilere havale ederken; (manevi huzurunda saygı
ile eğiliyorum demekle eğer bir görev ifa edilmiş sayılıyorsa) 4 Ağustos
1922 tarihinde yedikleri baskın üzerine 30 arkadaşıyla birlikte
kılıçlarını çekerek Ruslara hücum eden, ancak Rusların makineli tüfek
taraması neticesinde 30 arkadaşıyla birlikte vücuduna 5 kurşun isabet
ederek şehit düşen (sonra da kılıçla başı gövdesinden ayrılan) bu büyük
ve kahraman vatan evladının hatırası önünde saygıyla eğiliyor, yıllar
sonra da olsa bedenini Tacikistan’dan getirerek İstanbul’daki Hürriyeti
Ebediye Tepesi’nde bulunan Talat Paşa’nın kabri yanında Resmi Devlet
Töreni ile defneden zihniyete sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz.
(Kaynaklar yazının içerisinde verilmiştir. )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder