SLAMİYET TEN ÖNCEKİ TÜRK EDEBİYATI
İslâmiyet'ten önceki Türk Edebiyatının Göktürk ve Uygur gibi iki
dairesi vardır. Ancak bu devir edebiyatını daha önceki devirlere kadar
çıkarmak gerekir. Türk Edebiyatının şimdilik karanlık kalan ve Göktürk
devrinden önceki zamanı, daha çok Çin metinlerinden öğrenilmektedir. Çin
kaynaklarında Hunlar'a ait Türkçe kelimelere ve bazı mektuplarla bir
Hun türküsünün tercümesine
rastlanmıştır. Bu durum, Hunların mutlaka bir edebiyatlarının olduğu,
gerek şifahî gerekse yazılı olarak bu edebiyatın devam ettiği fikrini
vermektedir.
1. Göktürk devri Türk Edebiyâtı:
Bu devrin ele
geçen yazılı metinleri daha çok mezar taşlarıdır. Bunlardan başka
dikili taşlar, aynalar, paralar ve kâğıt üzerine yazılmış metinler de
vardır. Ancak Göktürk devrinin ele alınan ve gerçekten edebî ve tarihî
değer taşıyan metinleri Orhun Âbideleri’dir. Orhun Irmağının eski yatağı
ile Koşu Çaydam Gölü havâlisinde olan ve Göktürk tarihini aydınlatan bu
kitabeler Tonyukuk, Kültigin ve Bilge Kağan adına dikilmişlerdir.
İlteriş Kağan ile Kapagan Han zamanında baş vezir ve büyük devlet
müşaviri olan Tonyukuk’un adına dikilen kitabe, Tonyukuk Yazıtı olarak
adlandırılmıştır. Tonyukuk Yazıtı, 720 tarihlerine doğru, ölümünden
önce, kendisi tarafından yazdırılmış bir âbidedir. Âbide’de İlteriş ile
Kapagan Kağan devirlerinde devletin durumu anlatılmış ve bazı öğütler
verilmiştir. Bilge Kağan’ın da kayınbabası olan Bilge Tonyukuk, bu
itibarla Türk tarihini ilk defa kaleme almış ve edebiyatımızda tarih
şuurunun hakim olduğu bir hâtırât da yazmıştır.
Kültigin
Yazıtı, bu devir edebiyatının ikinci mühim eseri durumundadır. 20 günde
yazılan bu âbide, 732 yılında dikilmiştir. Kültigin adına yazılan
âbidedeki sözler, Bilge Kağan ağzından verilmiş ve ikinci Türk tarihçisi
Yulug (Yollug) Tigin tarafından yazılmıştır.
Bilge Kağan
Yazıtı’na gelince, bu âbide, Göktürk Kitabeleri içinde en mühim mevkii
işgal eder. Yulug Tigin tarafından yazılan ve 735 tarihinde dikilen
Bilge Kağan Yazıtı, kısa cümlelerle yazılmıştır. Bilhassa tekrir
sanatını ihtiva etmekte, tarih, dil ve edebiyat bakımından üstün bir
değere sahip bulunmaktadır. Bu âbidelerde Türkçe'nin bir hayli işlenmiş
olduğu görülmektedir.
Âbideleri ilk defa Danimarkalı Wilhelm
Thomsen, 1893 yılında okumuş, ondan iki yıl sonra 1895’te de aslen bir
Alman olan meşhur Rus araştırmacısı Wilhelm Radloff çözmüştür. Her iki
araştırmacı da yazının okunmasında, âbidelerdeki Çince tercümeden
faydalanmışlardır. Bizde ise ilk olarak Necib Asım, daha sonra Hüseyin
Nâmık Orkun, Nihal Atsız, Talat Tekin, Osman Nedim Tuna, Osman Fikri
Sertkaya ve Prof. Dr. Muharrem Ergin, âbideler üzerinde çalışmalar
yapmışlar ve gerek dil incelemesi, gerekse metin neşri olmak üzere
yayınlarda bulunmuşlardır.
2. Uygurlar devri Türk Edebiyâtı:
Göktürk Devleti'nin yıkılışından sonra idareyi ellerine alan Uygurlar
devrinde Türk Edebiyatı, eskiye nispetle gelişme göstermiş ve birçok
mevzuda eserler yazılmıştır İlk devri 745-840 yıllarından olmak üzere
iki kısımda ele alınan Uygur devri dil yadigârları, bir hayli zenginlik
gösterir. Bu metinler, Uygurların mensup olduğu dinlere göre; Mani,
Burkan (Buda) ve İslâm muhiti eserleri olmak üzere üç kısımda ele
alınabilir. Bu devirde Türk Edebiyatında; koşug, kojang “şarkı, türkü”,
koşma, taşkut “beyit”, takmak “türkü, bulmaca”; ır, yır “şarkıcı”, küg
“aheng”, şlok, soluka “manzume”, padak “mısra”; kavi, kavya “şiir”, baş,
başik “ilâhi” gibi bir kısmı Sanskritçe'den alınmış edebî terimleri de
görmek mümkündür. Bundan başka Aprınçur Tigin, Kül Tarkan, Sınku Seli
Tutung, Ki-Ki, Pratyaya-Şiri, Asıg Tutung, Çisuya Tutung, Kalım Keyşi,
Çuçu ve Yusuf Has Hacib gibi şairler, eserleriyle görülürler. Bunlardan
son ikisi İslâmî devirdeki Türk edebiyatı içine girmektedir. Çuçu
adındaki şaire, Kaşgarlı Mahmud, Dîvânü Lügâti’t-Türk adlı eserinde yer
vermiştir.
Dokuz ve 10. asırlarla 11. yüzyılın ilk yarısını
içine alan Uygur Türk Edebiyatı da, yazıtlara yer vermiştir. Bunlardan
ilki, Uygurların ikinci hükümdarı Moyuncur adına dikilmiştir.
Moğolistan’ın Şine Usu Gölü civarında bulunan yazıt, Kutlug Bilge Kül ve
Moyunçur devirlerinden bahsetmektedir. Sekizinci asra ait olan bu
yazıt, daha çok Şine Usu adıyla anılmıştır. Bu kitabe de dil ve yazı
bakımından Göktürk Âbidelerine benzemektedir. Eser, Ramstedt ve Hüseyin
Nâmık Orkun tarafından neşredilmiştir.
Uygurların ikinci
devresinde ortaya konan eserlerde, mühim değişiklikler görülür. Her
şeyden önce Göktürk yazısı bırakılmış, Soğd alfabesiyle eserler
verilmiştir. Bunun sebebi dindir. Manihaizm'in kabulüyle Maniheist olan
Soğdların yazısı alınmış, fakat Göktürk yazısı az da olsa
kullanılmıştır. İkinci bir sebep, 840 yılından sonra Uygurlar, yerleşik
bir medeniyete geçmişlerdir. Dil, gerek sentaks bakımından, gerekse
yabancı kelimelere açıldıkları için, bozulmuş ve açıklığını
kaybetmiştir. Bu devirde Nesturiliğe ait metinler de olmakla birlikte,
daha çok Budizm ve Manihaizm dinlerine ait eserler ağır basarlar. Ayrıca
hukuk, tıp, tarih ve coğrafya ile ilgili kitapların bulunduğunu
zikretmek gerekir. Bu eserlerin bazıları tercümedir. Belirli bölgelerde
parça parça bulunan metinler, toplama olarak belirli isimlerde, eser
olarak ele geçenlerse, taşıdıkları adlarla neşredilmişlerdir.
Prof. W. Bang, V. Gabain ve büyük Türk filologu Prof. Dr. Reşit Rahmeti
Arat’ın birlikte çalışmalarının sonucu, on cüzden meydana gelen ve
Berlin Prusya Akademisi yayınları arasında yer alan Turfan Türk
Metinleri; yine Turfan’da Bulunan İki Kazık Üzerindeki Yazılar; Hoça’da
Bulunan Türkçe Mani Metinleri; dört cüzden meydana gelen ilk üçü Müller,
dördüncüsü Gabain tarafından hazırlanan ve Prusya Akademisince
neşredilen Uygurica; Radloff’un hazırlamaya başladığı ve Prof. Malov’un
1928 yılında neşrettiği yedisi Buda, ikisi Mani ve biri Hıristiyanlığa
ait olan Uygur Dili Yadigârları; Von le Cog’un 1910 yılında Berlin
Akademisi yayınları içinde neşrettiği "Mani Dinine Âit Bir Metin
Parçası"; Bang ve Reşit Rahmeti’nin birlikte 1932 yılında neşrettikleri
"Eski Turfan Şarkıları" ve Reşit Rahmeti Arat tarafından neşredilen
tıbba dâir eserler, parça parça eserlerdir.
Bunlardan başka
Altun Yaruk ile İki Kardeş Hikâyesi, başlı başına eser olarak Uygur Türk
Edebiyatı içinde, hususî bir değere sahiptir. Altun Yaruk, 1697 yılında
istinsah edilen, Budist Sarı Uygurlara ait olan bir eserdir. Prof.
Malov tarafından bulunan eser, Budizm’e ait olup, bu dinin akide ve
ahlâkla ilgili esaslarından bahsetmektedir.
1908 yılında Kansu
vilayetinde bulunan İki Kardeş Hikâyesi’nin aslı Paris’te Bibliothèque
Nationale’dedir. Eser ilk önce Cl. Huart, 1914 yılında da Pelliot
tarafından neşredilmiştir. Türkiye’de Hüseyin Namık Orkun, Pelliot
neşrine dayanarak Prens Kalyanamkara ve Papamkara Hikâyesinin Uygurcası
adıyla, Dil Kurumu yayınları arasında bastırmıştır. J.R. Hamilton ise
eserin Le Conte Bourdhique adıyla son ve mükemmel neşrini yapmıştır.
Turfan Türk Metinleri adlı eserin bunlar içinde ayrı bir yeri vardır.
Bilhassa 8. cüzde yer alan Sekiz Yükmek adını taşıyan metin, kelime
zenginliği bakımından dikkati çeker. Ayrıca açık bir ifadenin hakim
olduğu metinde yer alan mefhumların Türkçe'de karşılanışı, esere ayrı
bir değer katar.
İslâmiyet'ten Önceki Türk Edebiyatının
örneklerini veren Göktürk ve Uygur metinleri, şüphesiz sadece bunlar
değildir. Ele geçmeyen ve geçmesi muhtemel metinlerin de olduğunu
düşünmek gerekir. Zaten âbidelerde kullanılan dilin bir hayli işlenmiş
edebî bir dil olması, çok öncelerde Türk dili yadigârlarının bulunması
gerektiğini düşündürmektedir.
Yalnız Uygurların edebiyatlarının
bir devamı olarak teşekkül eden İslâmiyet'ten sonraki eserlerde, Uygur
yazısı, kendisini uzun müddet korur. İslâmiyet'in kabulüyle alınan
İslâmî Türk yazısıyla atbaşı yürüyen ve ikili bir alfabenin içine giren
Türklük âlemi, eserlerinde her ikisine de yer verir. Uygur yazısını
bilen kâtipler “bahşı” adıyla anılır ve Uygur yazısı, paralarda da
görülürdü. Hakâniye (Karahanlılar) Devletinde, Moğol İmparatorluğunda,
İlhanlılar zamanında, Timurlular ve Altınordu Devleti'nde İslâmî Türk
yazısına yer verilmekle birlikte, resmî kitabette daima Uygur yazısı
kullanılmıştır. Hattâ Anadolu Türkleri de bu yazıyı bilip kullanmışlar
ve bu durum Fatih zamanına kadar kendini korumuştur. Bilindiği üzere
Fatih Sultan Mehmed Han zamanında bazı yarlıklar, bu harflerle
yazılmıştır.
Kaşgarlı Mahmud’un Dîvânü Lügâti’t-Türk adlı eseri
bir tarafa bırakılırsa, İslâmî Türk Edebiyatının başlangıcında yer alan
eserler; Kutadgu Bilig, Atabetü’l-Hakâyık, Bahtiyarnâme, Miracnâme,
Tezkiretü’l-Evliyâ ve Mîr Haydar’ın Mahzenü’l-Esrâr tercümesi, Uygur
yazısıyla yazılan eserlerin başında gelmektedir. Fakat bu eserlerin
İslâmî Türk yazısına yer veren nüshalarını da zikretmek gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder